İnsanlar varoluşundan bu yana sürekli başlarını altına sokabilecekleri bir yuva arayışındaydı. İlk önce mağaraları keşfettik ve bu mağaralarda yavaş yavaş bir medeniyetin başlangıcını oluşturduk. Sonrasında insan oğlu gelişti. Önce kerpiç evlerde oturmaya başladık. Nüfus artışı ve tuğla kullanımıyla 2 katlı binalara geçiş yaptık. Sonrasında ise insan oğlu baktı ki ben bunu yükseltebiliyorum başladı yapabildiği kadar büyük binalar yapmaya. Görürsünüz ki hala bu savaş tüm dünyada devam etmekte. Emlak ve finans sektörünün gelişmesiyle birlikte insanoğlu artık başlarını sokabilecekleri yuvaları almak yerine bunu bir yatırım yapabilecekleri bir sektör haline dönüştürdü.
2008-2012 yıllarını hatırlar mısınız? İstanbul başta olmak üzere tüm büyükşehirlerde hızlı bir betonlaşma ve dikine bina yükselişi hakim olmaya başladı. Tabi o zamanlar insanımız İstanbul gelişiyor hatta büyüyor diye sevinmeye başlamıştı. Bu sevinçle birlikte var olan pazar aniden yükselişe geçti. Arap baharı ve Ortadoğu Arap ülkelerinde yaşanan siyasi çalkantıların etkisiyle birlikte Arap yatırımcılar Türkiye'ye akın etti ve bunun sonucunda İstanbul başta olmak üzere birçok büyükşehrimizde emlak fiyatlarında ciddi bir artış görüldü. Bu cazip piyasa o kadar çok talebe uğradı ki sonunda sanayinin önüne geçerek birçok üreticinin fabrikalarını satarak bu sektöre adım atmasını sağladı. Fakat yatırımlarını buraya yatıran üreticiler bu sektörün dişi bir yatırım değil aksine kısır bir yatırım olduğunu fark edemediler veya fark etmek istemediler. Çünkü 1 koyup 10 alan yatırımcı paranın tadını aldı ve varını yoğunu bu işlere yatırarak İstanbul Rüyasından uyanmak istemediler.
İlk başta zengin Arap yatırımcının ülkeye girişi konut sektörüyle birlikte mobilya, demir çelik, seramik ve hizmet sektörü gibi yan sektörleri de beslemeye başladı. Bu dönemde tüm Türkiye olarak kısa süreli bir refah ve yükseliş dönemine girdik. Ancak takvim yaprakları 15 Mart 2011'i gösterdiğinde tüm dünyayı özelikle de Türkiye'yi etkileyecek bir döneme giriş yaptık. Bu tarihte Suriye İç Savaşı patlak verdi ülkemizin gündemini hala meşgul etmekte olan bir Suriyeli akınına maruz bıraktı. E bu kadar Suriyeli ne yapacaktı? Tabikiyle bir eve başlarını sokmak zorundalar. İyi kötü demeden maddi imkanlarına göre konutlara akın etiler. Bu akın bir süre sonra öylesine büyüdü ki bölgelerde kira fiyatları 500₺ olan evler bir sene sonra 1500₺ gibi astronomik rakamlara çıktı.
Peki bu nasıl oldu? 4-5 kişilik ailelerin kalabileceği konutlarda 10-15 kişilik gruplar halinde ev tutmaya başlayan mülteciler ev sahiplerinin gözlerini fal taşı gibi açmış ve fiyatların bu boyutlara ulaşmasını sağladılar. İlk başlarda Suriyeliye ev vermem ben diyen ev sahipleri paranın akışını görmeleriyle birlikte Suriyelilere vermek üzere ilanlar açmaya başladılar. Öğrenciler hatırlar en kötü kabusumuz ev kiralamadan önce o ev sahibini ikna etmekti. Ben öğrenciye ev vermem diyen ev sahipleri bir süre sonra ben çiftleri de hor görmeye başlayarak çevrenin nasıl etkileneceğini düşünmeden parayı gördükten sonra önüne gelen mülteciye ev vermeye başladılar.
Zengin ve parası olan Arap ve Mülteci yatırımcılar neler yaptı? Yeni binalara topraktan veya direkt hazır satış yöntemiyle şişirilmiş ve yüksek fiyatlardan girmeye başladılar. Başta o kadar memnunlardı ki yurtiçi ve yurtdışı fuarlarda fiyatını hiç önemsemeden tek daire alımından tutun komple blok alımınına kadar önlerine gelen her şeyi almaya başladılar. Bu piyasalar bu hızla ilerledikçe müteahhit ve yapılmakta olan inşaat sayılarımız onar onar hatta yüzer yüzer artmaya başladı. Nereye baksak bir inşaat görmeye başladık. Eskiden İstanbul'da çıplak gözle tarihi yapıları görebilirken artık inşaat vinçleri ve yapılan ucube binalardan dolayı tarihi yapıları göremez olduk. Bu hengame o kadar arttı ki artık şehirler ve piyasalar tıkandı. Bu dönemlerde gerek faizler gerekse de alım gücü uygun olduğundan kendi vatandaşımız da bu konutlara rahatlıkla yatırımlarını gerçekleştirebiliyordu.
Ancak 2013 yılında bir şey oldu. Taksim Gezi Parkı olayları! Bu olaylarla birlikte ülkedeki siyasi çalkantılar ve hükümet karşıtlığı artış göstermiş yabancı turist ve yatırımcı sayılarında azalma meydana gelmişti. Üstüne bu olaylar yetmezmiş gibi o dönemde Cemaat ve Ak Parti kavgası başladı. Önce Hakan Fidan sonrasında dershane krizi ülkemizi 17/25 Aralık gibi bir sürece ilerletti. Artık televizyonlarda Hoca Efendi diye duyduğumuz kişi ve cemaati 'Paralel Yapı' oluverdi. Bu siyasi çalkantılar yetmezmiş gibi bir de 15 Temmuz 2016 tarihinde bu yapı tarafından ülkeye bir darbe kalkışmasında bulunuldu ve artık FETÖ terör örgütü olarak anılmaya başlandı.
Tüm bu çalkantılı ve kanlı dönemin sonunda ülkemiz ekonomik anlamda darboğaza girdi bu da yetmezmiş gibi Brunson krizi, ekonominin rezil yönetimi, yolsuzluklar, S-400 krizi derken içinde bulunduğumuz ekonomik krize girmiş olduk. Son verileri incelediğimizde 2019 Haziran ayı konut satış oranı 2018 Haziran ayına göre %48,6, kredili alım yüzde 84,6, sıfır bina satışı ise yüzde 59,2 azalmış; yabancıya satış ise yüzde 30,5 artmış. Bu tabloya baktığımız zaman ülkemizin vatandaşları krizi iliklerine kadar hissetmekteyken yabancılar ise dövizin yükselmesiyle birlikte daha kolay ve daha ucuza ev sahibi olabiliyorlar.
Bu durumdan nasıl kurtulabiliriz? Öncelikle şu faizlerin düşürülmesi gerekli ki vatandaşın alım gücü artsın ve piyasada bir canlanma meydana gelebilsin. Sadece bu yetmez. Bunun dışında konut fiyatlandırlarına sınırlandırma ve denetimler getirilmeli ki müteahhitler astronomik rakamlara ulaşmasınlar. Devletimizin iç piyasayı ve ihracatı arttırmak için üreticilere daha adil ve yerinde teşvikler uygulaması gerekiyor. Bunun dışında ise ekonomistler ve think tank kuruluşları birlikte oturulmalı, sorunların köküne incelmeli ve mantıklı çözümler üretilmeli. Bunların yapılmaması durumunda bu bolan daha da şişecek ve bir sabah uyandığımızda ABD'nin 2008 yılında yaşamış olduğu Mortgage Krizinden daha kötü bir tablo bizi bekliyor...
Bu yazı gazzetta9.com'da yayınlanmıştır.