Atınç çizgiyi çoktan aşmıştı. İnsan sabır taşı olsa çatlardı. “Nihan Teyze, Allah aşkına oğluna bir şey söyle,” dedim.
“Ben ateistim yavrum,” dedi Nihan Teyze.
Atınç’ın kime çektiği belli oluyordu. “Ben ateist değilim, hem konumuz bu mu bizim?”
“Konumuz nedir?”
“Oğlunun yattığı yerde para kazanmasını sağlıyorum; ama o üzerine düşeni yapmıyor.”
“Şu oyun meselesinden söz ediyorsun. Seni uyarmıştım hatırlarsan.”
“Haklıymışsın, Atınç’la iş yapmak mümkün değil. Ocağına düştüm Nihan Teyze, sana yalvarıyorum, çok zor durumdayım.”
Nihan Teyze salondaki eskimiş koltukları göstererek “Atınç’a söz geçirebilsem bu halde mi olurduk sence?” dedi.
Atınç kulaklığının tekini çıkarıp başını bize doğru çevirdi. Bu sırada önündeki masanın üzerini kaplayan hologramda savaş sürüyor, sanal klavye üzerinden yönettiği askerler düşmana ateş etmeye devam ediyordu.
“Merhaba Atınç Bey, rahatsız etmediğimi umuyorum,” dedim.
“Bir sorun mu var?” diye sordu.
“Evet, büyük bir sorunumuz var, oyunu bitiremediğimiz için Kaya Bey sözleşmemizi feshetmekten söz ediyor.”
“Sanatın aceleye gelmeyeceğini bilmiyor mu Kaya Bey?”
“Adam onlarca bilgisayar oyununun yapımcısı; ama sanattan senin kadar anlamıyor. Diğer firmaların tamamı oyunları teslim etmişler. Fuar öncesinde oyunu teslim etmeyen sadece biz kalmışız.”
Atınç konuyu sanki ilk kez duyuyormuş gibi “İlginç,” dedi.
Atınç üniversiteden arkadaşımdı, derslerde can sıkıntısını gidermek için çılgın çizimler yapardı. Ayrıca kantinde rüya anlatıcılığı yapıp karşılığında milletten bahşiş topladığını hatırlıyordum. Rüya kayıtlarını bilgisayar oyununa dönüştüreceğim birini bulmam gerektiğinde aklıma ilk o gelmişti.
“Nihan Teyze bu ikimiz için de büyük bir fırsat. Sana yalvarıyorum, oğlunu kontrol altına al.”
“Çok bunalmışsın, belli. Atınç’la birlikte bir şey yapmak zordur. Birlikte bir hafta geçirdikten sonra babası intihara kalkışmıştı.”
“Bu yalanı her arkadaşıma söylemek zorunda mısın? Her hafta intihara kalkışıyordu, bunlardan biri bana denk geldi.”
“Veda mektubunda oğlunun kendisine benzemesinden şikâyet etmişti. Oysa ilgisi yok,” dedi Nihan Teyze, küllükte bıraktığı sigara kendi kendine yanarak tükenmişti. Önündeki paketten yeni bir sigara alıp yaktı.
“Babam o deli haliyle annemi terk etti, annenim kabullenemediği bu işte,” dedi Atınç.
“Bence en iyisi geçmişe bir sünger çekip, önümüze bakmak. Atınç vitaminlerini alıp cihazını takarak yatarsa birkaç gün içinde Dördüncü Dünya’yı toparlayabiliriz.”
Atınç’ın son sözleri Nihan Teyzeyi o kadar öfkelendirmişti ki söylediklerimi duymadı bile.
“Kadın doğru dürüst bir insan olsaydı gam yemezdim. En azından Metin’in adına sevinirdim. Bora yavrum sen yabancı değilsin. Bütün samimiyetimle söylüyorum bunu. Ne eşimi ne de o kadını suçluyorum. İkisi de hastaydı. O sinsi hastalık 20’li yaşlarda ortaya çıkıyor. Birileri birilerine gönlünü kaptırdıktan sonra. Metin bazen gözlerimin içine öyle bakardı ki. Sonradan o kadın hayatını kaybetti, Metin de hastanedeymiş şimdi.”
“Annem onu affetse, öpüşüp barışsalar, mesele çözülecek aslında,” dedi Atınç. Oyunu durdurup masadan kalkmış ve gelip yanıma oturmuştu.
“Atınç için mesele bu kadar basit. Kalbimin ne kadar kırıldığını anlayamıyor.”
“Hastanede onu ziyaret etsen, el ele filan tutuşsanız iyi gelir sana,” dedi Atınç.
“Atınç ne bana ne de Metin’e benzedi. Bazı huylarını ahmak amcasına benzetiyorum. Böyle kalpsiz bir çocuğu hak edecek ne yaptım, bilmiyorum.”
“Bence Atınç aptal değil. Aksine çok akıllı. Bu aile hengamesini kendisine küçük bir krallık kurmak için kullanmış.
Ekmek elden su gölden. Ne de olsa annesi her koşulda destek oluyor.”
“Haklısın, çok şımardı bu oğlan,” dedi Nihan Teyze.
“Kendisini bozuk para gibi harcıyor. Ondaki yeteneğin onda birine sahip olanlar şöhret oldular. Yani aslında tam ona göre bir iş. Tek yapması gereken her gece yatarken rüya kayıt cihazını başına takması. Ne kadar zor olabilir ki.”
Atınç köşeye sıkışmıştı, sorumsuzluğunun hiçbir izahının olmadığını kendisi de biliyordu, yine de şansını denemekten geri durmadı: “Cihaz beni yoruyor. Yoksa neden takmayayım ki?”
“Cihaz sadece okuma yapıyor, küçücük bir şey zaten, seni yorması mümkün değil,” dedim.
“Akşam erken yatması gerekiyor, değil mi?” diye sordu Nihan Teyze.
“Gündüz rüyalarını besleyecek birtakım egzersizler yapsa ve beyni pelte haline gelmeden önce yatsa iyi olur. Ama oraları çoktan geçtim ben. Bir düzine ilave sahneye ihtiyacım var. Eğer şanslıysak üç rüyadan bile çıkarabiliriz,” dedim.
Her ikisi de ikna olmuş görünüyordu, aklıma bir şey gelmiş gibi aceleyle kalktım ve kapıya yöneldim.
“Nereye gidiyorsun, bir şey ikram edemedik daha,” dedi Nihan Teyze.
“Oyun yayınlandığında kutlama yapmak için uğrarım,” diyerek evden çıktım. Bu işi mutlaka halletmeliydim. Param tükenmişti, böylesi bir fırsatı bir daha asla yakalayamazdım. Klostrofobim olduğu için asansör yerine merdivenleri kullanarak aşağıya indim.
Dışarıda incecik bir yağmur yağıyordu, her yağmurda olduğu gibi taksiler ortadan kaybolmuştu. Aksi gibi şemsiyem de yoktu, montumun kapüşonunu başıma geçirip yürümeye başladım. Atınç oyun için aldığı peşinatla en kalitelisinden bir masa üstü hologram oynatıcı satın almıştı. Aklı yeni oyuncağında olduğu için uyarılarım bir kulağından girip diğerinden çıkmıştı. Peşinatı ona erkenden verdiğim için kendime çok kızıyordum.
Yağmur şiddetini yavaş yavaş artırmıştı; ama bu durumu önemsemiyordum, yürümek zihnimin daha iyi işlemesini sağlıyordu; Dördüncü Dünya hakkında yaptığım planları zihnimde evirip çeviriyordum. Yanımdan geçen özdenetimli bir taksi üzerime çamur sıçrattığı sırada cep telefonum çaldı. Islanmış pantolonuma aldırış etmeden hazır ol vaziyetine geçtim ve “Buyurun Kara Bey,” dedim.
“Oyun ne alemde, bugün bitecek gibi mi?” diye sordu Kaya Bey davudi sesiyle. Kara suratlı bir adam olduğu için dilim sürçmüştü, yanında kesin Ebru adındaki o telaşe memuresi kadın da vardı.
“Bugüne yetişmesi mümkün değil; ama birkaç gün içinde toparlayacağız. Gecikme için özür dilerim. Size karşı o kadar mahcubum ki. Ama emin olun Kaya Bey, harika bir oyun oluyor. Ebru Hanım da sağ olsun, bu süreçte bize çok yardımcı oldu,” dedim.
“Böyle söyleyince merak ettim şimdi. Gelişmeleri Ebru Hanım’a her gün raporlayın. Elinizi çabuk tutun, aksi durumda sözleşmeyi feshetmek durumunda kalacağız,” dedi.
“Elbette Kaya Bey, gece gündüz işin üzerindeyiz, siz hiç merak etmeyin,” dedim.
Kaya Bey’le konuşurken yağmur iyice hızlanmıştı; içime işleyen yağmur sularının göğsümden aşağıya doğru süzüldüğünü hissedebiliyordum. Yağmur iki haftadır aralıksız yağıyordu, canıma tak etmişti artık; başımı yukarıya kaldırıp “Yeter artık kes şunu,” diye bağırdım. Sesim nasıl öfkeli çıktıysa artık önümde yürüyen kadın dönüp korkulu gözlerle bana baktı. Hemen sonra yolun karşısına beyaz bir ışık sütunu indi ve bir havai fişek gibi patladı.
Düşen yıldırımın saçtığı kıvılcımlardan korunmak için kendimi seks oyuncakları dükkânının açık kapısından içeriye attım. Küçük isyanımın hemen ardından böyle bir olay gerçekleştiği için betim benzim atmıştı, her yanım zangır zangır titriyordu. Tezgahtaki adam halime gülerek “Mevsimlerin dengesi bozuldu, vatandaşın seks tercihlerine de yansıyor bu durum,” dedi. Bozulan mevsimler ve vatandaşın seks hayatı umurumda değildi, benim derdim bana yetiyordu; “Teşekkür ederim, iyi günler,” diyerek dükkândan çıktım.
Akşamüstü Gözde arayıp Köklü Center’daki kukla gösterisine gitmeyi teklif etti. “Hiçbir yere kıpırdayamam, Dördüncü Dünya’yı bitirmemiz gerekiyor,” diye cevap verdim.
“Atınç yeni sahneler mi yolladı?”
“Hayır, yarın gönderecek.”
“O zaman bu akşam benimle gelebilirsin.”
Gözde haklıydı. Akşam evde pineklemenin bir faydası olmayacaktı. Beni Taksim Meydanı’ndaki çok katlı gamajet pistinden aldı ve kısa bir uçuşun ardından gösteri merkezinin bulunduğu alana ulaştık.
Gösteri merkezinin kocaman sahnesini Gulyabani boyutunda dev kuklalarla doldurmuşlardı. Oyun kukla olmanın doğasına dairdi; koca koca ejderhalar, mamutlar ve dinozorlar bir taraftan içgüdülerinin esiri olmaktan şikâyet ederken, diğer taraftan içgüdülerine hizmet edebilmek için gösteri boyunca kendilerini heder ettiler. Son perdede sahneye çıkan Tepegöz kendisinin kitlelere yanlış tanıtıldığından şikâyet etti, kötü bir adam değilmiş aslında. Ayrıca gözüne bir gözlük takacak kadar akıllıymış.
Gösteri en az post-modern hayatlarımız kadar anlamsızdı, ancak devasa kuklalar türlü türlü dijital efektlerle ve garip esprilerle desteklendiği için sıkılmadım. Gösterinin çıkışında kaderin garip bir cilvesi sonucu Kaya Bey ve eşiyle karşılaştık. Bana kalsa bir baş selamı verip hemen yanlarından uzaklaşırdım; ama Gözde adamın kim bilir nereden tanıdığı eşiyle koyu bir sohbete daldı. Ben de Kaya Bey’e gösteriden oyunuma birkaç öğe aktarmayı düşündüğümü, bunun için bolca fotoğraf çektiğimi söyledim. Işık kullanımını özellikle beğenmiştim. Oyun endüstrisinin gösteri sanatlarından öğrenecek çok şeyi olduğunu, ancak bu potansiyelin sürekli bilgisayar başında vakit geçiren programcılar yüzünden kullanılamadığını da sözlerime ekledim. Sonradan düşününce söylediklerim bana oldukça yakışıksız geldi. “Gece gündüz çalışıyoruz,” dediğim günün akşamında adama dışarıda yakalanınca ne söyleyeceğimi şaşırmıştım tabii.
İzleyen günlerde kayıt cihazından rüyalar düzenli olarak akmaya başladı. Önceliklere kıyasla çok daha canlı ve ayrıntılı rüyalardı bunlar. Temalar da çeşitlenmiş ve daha çılgın bir hal almıştı. Demek ki Atınç kendisini işe verince daha iyi işler yapabiliyordu. Görüntüler geldikçe seçip özel bir programla üç boyutlu hale getiriyor ve bulmaca çözmeye dayalı macera oyunumun içine yerleştiriyordum. Son sekiz yılda beş oyun yapmıştım; ama hiçbiri Dördüncü Dünya ile kıyaslanamazdı. Rüya kayıt cihazını ilk kez kullanıyordum ve diğer oyun üreticilerinden farklı olarak tüm sahneleri rüyalardan oluşturmuştum. Rüyalar biriktikçe senaryoyu da birkaç kez değiştirmek zorunda kalmıştım; ama verdiğim emeklere değmişti doğrusu.
Ertesi gün oyunumu sunmak üzere Kaya Bey’in yapım şirketinin Ataşehir’deki bürosuna gittik. Oyunu hologram oynatıcı üzerinde birkaç dakika canlı olarak oynadıktan sonra önceden hazırladığım holografik slaytları gösterecektim. Atınç’ı davet ettiğim halde gelmemişti ve Gözde davetsiz misafir olarak benimle birlikteydi. Sunuma girmeden önce kendisini oyunun genel koordinatörü olarak tanıtmamı istedi; bu unvanın ne anlama geldiğini bilmiyordum, ama itiraz etmedim. Dışarıda yine şakır şakır yağmur yağıyordu ve ben çok heyecanlıydım çünkü oyun üretmeye devam etmek istiyorsam şirketten yeni bir oyunun siparişini almam şarttı. Oyun yavaş yavaş sular altında kalan bir metropolde başlıyordu ve macera yer altı tünellerinde, açık denizde ve karanlık ormanlarda devam ediyordu. Bazı rüya sahnelerini ise kahramanın bulduğu ipuçlarına dönüştürmüştüm. Kaya Bey hologram oynatıcısı üzerinden sunumu büyük bir dikkatle takip ediyordu. Arapları andıran esmer yüzünden gördüklerini beğenip beğenmediğini anlamaya çalışıyordum ancak yüz ifadesinden hiçbir şey anlaşılmıyordu.
Kaya Bey sunumun sonunda “Daha önce hiç böyle bir oyun görmemiştim,” dedi.
Sözlerinin ne anlama geldiğini kavrayamamıştım; ancak sormaya cesaret edemiyordum. Gözde “Sözlerinizi nasıl yorumlamalıyız?” diye sordu.
“Oyunu nasıl yorumlayacağımı bilemedim. Bu oyunu İnteraktif Hayaller markası altında yayınlayamayız. Onu belki bağımsız oyunları pazarlayan bir şirkete satabiliriz,” dedi Kaya Bey.
Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordum, günlerdir hayalini kurduğum yeni kontrata galiba kavuşamayacaktım. Sayıklar gibi “Galiba oyunu beğenmediniz,” dedim.
“Aksine çok beğendim. Oyun iki ayrı kişinin rüyalarından oluşmuş gibi görünüyor. Neresinden bakılırsa bakılsın tuhaf bir eser. Kontratın gereğini yapıp ödemenizi yapacağız. Ancak söylediğim gibi İnteraktif Hayaller markasına uymuyor,” dedi Kaya Bey.
“Yani yeni bir kontrat söz konusu olamayacak.”
“Evet, öyle görünüyor.”
“Bağımsız oyunlar için bir alt marka oluşturamaz mısınız?” diye sordu Gözde.
Kaya Bey bir an duraksadı, o sırada camın önünden kalın bir ışık sütunu geçti ve ardından büyük bir gümbürtü duyuldu. Kalkıp camdan dışarıya baktık, düşen yıldırım binanın bahçesindeki ağacı ikiye bölmüştü, ağaçtan dumanlar yükseliyordu.
“Alt markanın amblemi ikiye ayrılmış ağaç olabilir belki?” dedi Gözde gülümseyerek.
“Bunu düşüneceğim,” dedi Kaya Bey.
Gözde gamajetiyle beni Atınçlara bırakıp alışverişe gitti. Atınç bir önceki görüşmemizde olduğu gibi masanın başında oyun oynuyordu. Evde Nihan Teyze’nin yanı sıra kel kafalı, geniş yüzlü, sarışın bir adam vardı. Nihan Teyze adamı “Eşim Metin,” diyerek tanıttı.
“Görüşme nasıl gitti, beğendiler mi oyunu?” diye sordu Nihan Teyze.
“Durum biraz karışık, Kaya Bey oyunun iki ayrı kişinin rüyalarından oluştuğunu söyledi,” dedim.
“Atınç, cevap ver bakalım arkadaşına,” dedi Nihan Teyze.
Atınç gözünü oyundan ayırmadan “Oyun karakterimi 3000 dolara okutma durumum var,” dedi. Rengi sararmıştı, gözlerinin altında mor halkalar vardı, zombiye dönüşmüştü resmen.
“Rüyalar konusunda kimse Metin’in eline su dökemez. Cihazı mecburen götürüp Metin’e taktım. Sağ olsun, beni kırmadı,” dedi Nihan Teyze. Metin Amca bu sırada yaramaz bir çocuk gibi gülümsüyordu.
Metin Amca’ya “İşe sizinle devam edebilir miyiz?” diye sordum.
“Menajerim uygun görürse neden olmasın,” dedi, ardından dönüp Nihan Teyze’ye baktı.
“İlaçlarını düzenli aldığı sürece sıkıntı olmaz,” dedi Nihan Teyze.
Birkaç gün sonra Kaya Bey’den müjdeli haberi aldık. İlkine kıyasla daha düşük bir kontrat öneriyordu; ama hiç yoktan iyiydi. “Hayat sıfırlar ve birlerden ibaret değildir,” demişti Gözde. Gerçekten de öyleydi galiba.
Görsel Kaynağı: https://unsplash.com/photos/0VGG7cqTwCo
bazen rüyaların izlediğimiz filmlerden, okuduğumuz kitaplardan daha heyecanlı olduğunu düşünüyorum.
rüyalarla ilgili bir şeyler okumaktan hep keyif almışımdır tıpkı bu öykü gibi. okuyana farklı şeyler hayal ettiriyor.
ellerinize sağlık 🌼
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Rüyalar hakkında yazmayı seviyorum. Hayal gücümü harekete geçiriyor.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit