*Bu yazı Kelebekler filminin içeriğine dair kritik bilgiler içermektedir.
Son yıllarda dünyanın dört bir yanından izlediğim onlarca film ve diziden aklımda kalan en yaygın ortak tema aile ilişkileri. Film veya dizi, bireylerin ailesel ve toplumsal ilişkilerini irdeliyor, çelişkilerinin üzerine gidiyor, ele aldığı sorunlar tam çözülecekmiş, bir öneri sunacakmış gibi bir hava uyandırıyor, ancak en kritik yerde ailenin aslında kıymetli olduğu fikrine varıyor. Eleştirel aile okumalarının kendisi, aile dogmalarının kurbanı oluyor.
Yakın zamanda bunu aşıp aileyle, toplumla ve devletle en açıktan, en dobra, en dürüst şekilde hesaplaşan yapım olarak aklıma Emin Alper’in Tepenin Ardı filmi geliyor. Gerçekten, Türkiye sinemasında, içinde yaşadığı topluma en cesur eleştirileri yapan film olduğunu düşünüyorum.
Tolga Karaçelik’in başarılı filmi Kelebekler de dogmaları yırtıp atan bir film bu bakımdan.
Ezbere konuşursak, insan toplumsal bir canlıdır, aile en küçük toplumsal yapıdır. Oryantalist bir gözle bakmayacaksak, klanlar, kabileler, aşiretler ortaya çıkış ihtiyaçları ve işlevleri bakımından ilkel komünal topluluklardır ve toplumsal yönetim birimlerinin, devletlerin kökenini oluştururlar. ‘Özyönetim’in ilk versiyonlarıdır. Günümüzde hala ‘Emirlik’ adıyla kabile devletleri varlığını sürdürüyor. Daha geçen yüzyıl yıkılan birçok imparatorluk, yüzyıllar boyunca bir ailenin malı idi. Tam veya yarı demokrasilerde dahi, güçsüz, örgütlü olmayan toplumlarda iktidar mekanizmasının bir kişi veya ailenin, topluluğun eline geçmesi günümüzdeki canlı örneklerinde de gördüğümüz gibi aslında oldukça kolay.
Kapitalizm ve ulus-devletler, aileyi bir mikro-devlet olarak görür ve bu şekilde, devleti en küçük toplumsal yapıda tekrarlayan, her gün yeniden üreten, kapitalizme hizmet, devlete biat eden bireyler üreten mekanizmalar olarak görür, tasarlar.
Baba devlettir, anne değil topluma (çocuklara), kendisine dahi faydası olmayan, ancak devletle (babayla) geliştirdiği, eşitsizliğe dayanan çıkar ilişkisi derecesinde refah süren sivil toplum örgütüdür, çocuklar ise devletin (babanın) boyunduruğu altında, onun keyfine göre yaşayan, onun iyi dediğine iyi, kötü dediğine kötü demesi beklenen, onun çizdiği sınırların dışına çıkmaları yasaklanan, itiraz hakları olmayan, fakat bir yandan da içten içe devleti yıkmayı veya değiştirmeyi, en azından onunla olan hukukunu yeniden düzenlemeyi arzulayan halktır. Erkek-egemen, feodal, emek sömürüsüne dayalı, özgürlük düşmanı, tekçi bir yapı. Çoğu zaman çocuklar haklarını elde etmek için gereken birliği oluşturamazlar. Oluşturduklarında dahi başarıya ulaşmaları kolay değildir. Devlet rolündeki baba da o yollardan geçmiştir, tecrübelidir. Çocuklar giderken o dönmektedir.
Kelebekler filminin yönetmeninin illa bunları ya da benzer şeyleri düşünerek film çektiğini iddia etmiyorum. Öznel olarak bana bunları anımsattı. Film, Türkiye toplumunun mikro bir okuması olarak görülebilir. Çocukların (halkın) yüzünü dahi hatırlamadıkları, intihar etmiş (sınıf intiharı) etmiş bir anne (asli görevi toplumu korumak olan STÖ’ler) ve hiçbir zaman yanlarında olmayan, tam tersi sürekli sorunlara, travmalara yol açmış bir baba (devlet) görüyoruz filmde. Her kardeş en çok acıyı, sorunu kendisinin yaşadığını düşünür, diğer kardeşlere bu yüzden öfkelidir, diğer kardeşlerin sorunlarından bihaberdir.
Süleyman Demirel, kendisine sorulan Kürt meselesiyle ilgili bir soruya şöyle cevap vermişti: “Kürtlere kötü davrandık da Türklere iyi mi davrandık?”
Büyük erkek kardeş -burjuvazi ve/veya Müslüman, sunni Türkler-, kendinden küçük kardeşlerini -yoksullar, Aleviler, Kürtler, Müslüman olmayanlar, kadınlar, işçiler- babanın -devletin- dediğine ikna etmeye çalışır. Bir yerden sonra babanın öldüğünü öğrenirler. Kendi içlerinde, birbirlerine ve babaya, anneye karşı olan travmalarıyla yüzleşirler. Birbirlerine ihtiyaç duyduklarının, birlikte olmaları gerektiğinin, birbirlerinin kıymetinin farkına varırlar. Babanın cenaze işleriyle ilgilenmeleri gerekir. Babanın vasiyetini gerçekleştirdiklerinde karşılaştıkları gerçek, babalarının bıraktığı mirasın borç olduğudur. Baba -devlet, iktidar- giderayak son kazığını atmıştır.
Kapitalizme karşı da, aile ve/veya ait olduğumuz politik, sınıfsal, dini, mezhebi, etnik topluluk bizi koruduğunu sanırken aslında savunmasız bırakır. Kapitalizmin etkisi, çekirdek aile ve klanvari topluluklarının kolektivizminde minimize edilmeye çalışılır ancak bu yapılar aynı zamanda onu ortadan kaldıracak gerçek örgütlülüğün önündeki en büyük engellerdir.
Aile ve bu küçük komüniteler kendinden olmayanı öcüleştirir, onlarla iletişimi, yan yana gelmelerini engellemeye çalışır.
İmgesel okumadan realiteye dönersek, 7 Haziran, Türkiye toplumunun ezilenlerinin, yoksulların, kadınların, işçilerin, farklı etnik ve sınıfsal kimliklerden, farklı dini, mezhebi inançlardan insanların bu farklılıkları nedeniyle onları sürekli ayrıştıran, birbirlerinden uzak durmalarını, birbirlerini düşman görmelerini isteyen iktidara karşı yan yana gelip birlikte mücadele ettikleri, iktidarı derinden sarsan, yapısal ve keskin değişimlere yol açan müthiş bir zafer ve kriz anıydı.
Küçük gruplar halinde kalmak aslında topluluklara konforlu, mikro-iktidar alanları sunar. Milan Kundera, “İktidar sizi en çok nerenizden yaralarsa orası kimliğiniz olur” der. Türkiye’de çoğunlukla iktidar bizi tam da kimliğimizden yaralar. Bunu gayet bilinçli yapar. Alevi’nin sadece Aleviliğe dair, Kürdün sadece Kürt sorununa dair, işçinin sadece işçi haklarına dair söz söylemesini, bu grupların başka topluluklarla ilgilenmemesini, yan yana, bir araya gelmemesini ister. Doğrusu bunda uzun süre de başarılı olur. Ya da ezilenler başarısız olur, iktidarın tuzağına düşer. Çünkü bu tür bir politika yürütmek aynı zamanda konforludur. Bu durum, bir konuda tek yetkili, sözü geçen grup olmak, tek muhatap olmak demektir. Oysa eşitlik ve adalet talebinin gerçek bir hal alabilmesi için mikro-iktidardan vazgeçmek, başkasının hakkını en az kendi hakkı kadar savunmak, bize çizilen hayali sınırları aşmak, sadece Kürt/Türk, kadın/erkek, Alevi/Sunni ya da işçi/memur/işveren olmadığımızın farkına varmak gerekir. Bu kimliklerden ibaret değiliz. Hayatın her alanına dair söyleyecek sözümüz, sözümüzü gerçekleştirecek gücümüz var. Doğuştan, inancımız veya sınıfımız gereği sahip olduğumuz kimliklerin ötesinde, “hayali cemaatler”i aşan, hayali olmayan, yakıcı derece gerçek arzularımız var.
7 Haziran’da, kendi küçük iktidar alanlarından çıkan farklı gruplar, diğerleriyle aynı sorunlardan muzdarip olduklarının bilinciyle bu sorunlarla ve onun kaynağıyla cesurca ilk kez bu denli kalabalık ve birlikte, yan yana yüzleştiler. İsyan hali, kararlılık, haklılık bilinci inanılmaz bir özgüven ve iktidara da korku veriyordu.
Ancak iktidar bu yoldan daha önce geçmişti. Kendisi de 2002’de benzer bir isyan haliyle ve haklılıkla iktidara gelmişti ve iktidarı yine bu şekilde bir başka isyana terk etmeye niyeti yoktu. Kendi bekası için yapabileceği tek şey, keskin ve yapısal bir değişiklikti.
Bu Haziran’daki seçimler, iktidarı bırakmak istemeyen despotizmin bunun için denediği yapısal değişikliğin oylaması olacak. Elbette tek mücadele alanı sandık ve meclis değil. Çıkacak vekil, alınacak oy sayısı kesin bir zafer ya da yenilgi anlamına gelmeyecek. En iyi örneği olarak 7 Haziran ortada. Ancak 7 Haziran’ın yarattığı momentum ve domino etkisi de ortada. Tüm umudu sandığa bağlamadan, onun açığa çıkardığı enerjiyi fırsata çevirmek mümkün. Bu konuda artık sadece iktidar değil, ezilenler olarak biz de tecrübeliyiz. Yan yana olma hali, birliktelik sadece sandıkla sınırlı kalmamalı. 7 Haziran’dan bu dersi çıkarabilmeliyiz. HDP açısından atılabilecek çok basit ama etkili adımlar var. En başta HDP’nin kendisinin ve temsili demokrasinin seçimlerinin amaç değil birer araç, enstrüman olduğunu akıldan çıkarmamak lazım geliyor. Toplum bir kez daha 1 Kasım ve sonrasında içine düştüğü buhrana terk edilemez. Bunun özeleştirisi sadece seçim için çok çalışarak, daha fazla oy alarak verilemez. En basitinden sandık kurulu üyeleri ve müşahitlerden sokak ve mahalle meclisleri, okul temsilcilerinden il/ilçe konseyleri oluşturmak, bu örgütlülük halini 25 Haziran ve sonrasına taşıyabilmek gayet mümkün. Bir kez daha rehavete kapılıp örgütsüz kalma lüksümüz yok. Sorunların yegane çözüm yerinin meclis olmadığını hatırlamak yeter. Sonrası Kelebekler.
✅ @cihadilbas, I gave you an upvote on your first post! Please give me a follow and I will give you a follow in return!
Please also take a moment to read this post regarding bad behavior on Steemit.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Congratulations @cihadilbas! You received a personal award!
Click here to view your Board of Honor
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Congratulations @cihadilbas! You received a personal award!
You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking
Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit