Bilimkurgu Romanı - Yerşehir - Bölüm 15

in tr •  6 years ago 

image.png

Omay’ın mecliste yapılan oylamayla ilgilenme fırsatı olmadı çünkü o sırada eşi Tulpar fenalaşarak hastaneye kaldırılmıştı. Bacaklarındaki yaralar zaman içinde karnına doğru yayılmış, bu durum iyice halsiz düşmesine yol açmıştı. Şifahanedeki doktorlar bacaklarının derhal kesilmesi gerektiğini söylediler; operasyon vakit geçirmeksizin başlatıldı, ancak alınan bu radikal önlem Tulpar’ın hayatta kalması için yeterli olmadı. Yerşehir’de son dönemde verilen kayıplara bir yenisi eklenmişti, şehrin üzerinde adeta kara bulutlar dolaşıyordu. Amara, Tolhan ve Tulpar’ın yaşamlarını yitirmiş olmasının acısına, İstanbul’a gönderilen heyetten günlerdir haber alınamamasının kaygısı eklenmişti. Omay hayatının en zor günlerini geçiriyordu.

İstanbul’a gitmiş olan kafile Tulpar için düzenlenen cenaze töreninin hemen öncesinde kente döndü. Kendilerinden istenen sıracaotunu getirmiş ancak ne yazık ki geç kalmışlardı. Yine de kente dönebilmiş olmaları yollarını bekleyenler açısından bir teselliydi. Babasını kaybetmiş olan Derma Sitta’yı görür görmez ona sarılmış ve omzunda dakikalarca ağlamıştı. Sadece Akman kayıplara üzülmüş görünmüyordu; cenaze töreni sırasında şarap içip sarhoş olmakla kalmayıp Tulpar’ın ölü bedeninin yakıldığı ateşe şarap dökmüştü. Onun bu düşüncesizce hareketleri kentte hoş karşılanmamıştı.

Omay ertesi gün Akman’a davranışlarına çeki düzen vermesi yönünde uyarıda bulundu. İmparatorluk zindanında çektiği açlık ve günler boyunca süren sefalet etkisini gecikmeli olarak göstermiş olsa gerekti. Gerçi Akman hareketlerindeki değişimi uzun süre yollarda olmanın ruhunu uçarı hale getirmesine ve düşüncelerini toparlamakta güçlük çekmesine bağlıyordu. Üstelik sabah yeraltı gölüne girdiğinde kör yayın balıklarının çevresini sarmamış olmasına içerlemişti. Omay şehirde büyük sıkıntılar yaşanırken Akman’ın böylesi bir konuyu dert etmesini garipsemiş, ancak onu yargılamak konusunda acele etmemişti. Akman’ın birkaç gün sonra Hader’in yeni yaptırdığı çeşmenin yalağına çişini yapması bardağı taşıran son damla oldu. Hader Akman’ı Başkan Omay ve az sayıdaki entelektüel dışında kimsenin sevmediğini biliyordu. Hader bu olayı son dönemde kazandığı gücü sergilemek için bir fırsat olarak kullandı ve Başkan Omay’ı onu kentin zeminindeki deliler evine kapamaya zorladı. Omay uyarılarına kulak asmayan Akman’a kızgındı, istemeyerek de olsa Hader’in bu talebine boyun eğdi.

Akman hakkında verilen bu hükme pek içerlemiş görünmüyordu, kendisini savunmaya dahi çalışmadı, güle oynaya tımarhanenin yolunu tuttu.

Tımarhane kentin en alt katında zindanların yanında bulunan dört bağımsız bölümden oluşuyordu. Akman Hader’in yönlendirmesiyle şizoid hastaların bulunduğu bölüme hapsedilmişti. Karpit lambalarıyla aydınlatılmış geniş bölmeye girer girmez yaşlılıktan küçülmüş bir hasta Tanrıların görevlendirdiği bir ölüm meleği olarak gördüğü Akman’a saldırdı. Akman yaşlı adamı kolayca durdurup bileğini büktü ve onu yere yatırıp dizini göğsünün üzerine koydu. Adama kendisine saldırarak büyük bir hata yaptığını, kendisine bir kez daha saldırmamaya söz verirse Tanrıları canını bağışlaması için ikna edeceğini söyledi. Yaşlı adam Akman’ın boyunduruğundan kurtulmak için boşuna çabaladı ve birkaç dakika sonra bunun mümkün olmadığını anlayarak ona boyun eğdi.

Başına tenekeden bir taç takmış olan başka bir hasta kimseyle göz göze gelmemek için sürekli duvara bakıyordu. Koğuştaki diğer hastalar eğlenmek için duvarla arasına girip gözlerini belerterek ona bağırıyorlardı. Asosyal hasta böyle durumlarda önüne geçenleri iterek duvara yanaşık bir halde dikiliyor ya da iki duvarın birleştiği köşe noktasında bulunan taburesine oturup burnunu duvara dayıyordu.

Deliler evinde görevliler hastaları rahat ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Yemekler lezzetli ve yataklar temizdi. Gerçi Akman deliler evinin yatakları yerine kovuğundan getirdiği iki tahtanın üzerinde yatmayı tercih ediyordu, böylece geceyi deliler evinin oturma salonunda geçirme fırsatını elde etmişti. İlk birkaç gün tahtalarını koğuşun bir köşesine koyarak uyumayı denemiş ancak yüksek sesle horlayan, uykusunda çığlık atan, uyur vaziyette kalkıp dolaşan hastalar nedeniyle rahat edemeyip salona kaçmıştı. Görevlilerin bu duruma ses çıkarmadığı fark edince her gece salonda yatmaya başlamıştı.

Akman kendisini ziyaret edenlere hayatının en rahat günlerini geçirdiğini söylüyordu. Deliler evinin kadrolu müzisyenleri hastaları rahatlatmak için oturma salonundan müziği eksik etmiyorlardı. Birkaç uç vaka dışarıda bırakılacak olursa akıl hastalarının renkli ve cana yakın insanlar olduğu söylenebilirdi. Doğduğu günden bu yana toplumsal kurallara uymak konusunda zorlanan Akman onların arasında kendisini yıllar sonra ailesine kavuşmuş bir çocuk gibi görüyordu.

Hastaların ‘söylevci baykuş’ adını taktıkları İkram deliler evinin koğuşlarında, yemekhanesinde ve oturma salonunda gezerek siyasi nutuklar atıyordu. Akman İkram’ın söylevlerinde kendisini tekrarlamadığını ve Yerşehir’in sorunları konusunda derinlemesine bilgi sahibi olduğunu fark ettiğinde şaşırmıştı. İkram nutuklarını insanların dinleyip dinlememesine aldırmaksızın kendisiyle konuşurcasına söylüyordu.

“Yerşehir denen lanetlenmiş lağım çukurunu daha fazla çirkinleştirmeyelim sevgili kardeşlerim. Tanrıların bizi öksüz çocuklar misali kendi halimize bırakıp göğe çekilmelerinin üzerinden uzun zaman geçti. Tutunacak başka bir dalımız olmadığından mecburen birbirimize sarılacağız. Birlik olursak bu laneti siler, kurulan tuzakları elbirliğiyle bozarız. Ateşli soluğuyla bizleri koruyacağını düşündüğümüz ejder kendi ateşinde yanıp kavrularak terk-i diyar eyledi. Her kim ki Tanrılardan, üç başlı ejderden ve volkanın içten içe yanan harlı ateşinden medet umuyorsa er ya da geç hayal kırıklığı yaşayacaktır.

Sözlerim gökten zembille inmiyor sevgili kardeşlerim, düşüncelerim ciğerlerimi yakarak yükseliyor ve söz olup dudaklarımdan dökülüyor. İsyanım mümkün olan eylemlerin hayata geçirilememesinden kaynaklanıyor. Bugün Yerşehir’de siyaset yapan hokkabazlar ‘kuşa bak, tavşana bak’ dercesine bizleri uyutuyorlar. Altına ve gümüşe sahip olanlar aya ve güneşe hükmedenlerdir. Bugün Yerşehir’in zenginleri ışık bahçelerinde keyif çatarken, şehrimizin işçi ve çiftçileri karanlık galerilerde toprağa bulanmış bir halde çalışıyor. Adaletin bu mu ey kader tanrıçası? Yerşehir’de bugün siyaset yapan hokkabazlar tutucu olsalar ne olur, yenilikçi olsalar ne olur? Herkesin güçlüden, zenginden yana olduğu bu sistemde siyaset kimin işe yarıyor? Işık bahçelerinde gece ayın şavkı çalınan arpların üzerine vururken çimenlerin üzerine yatıp uyumak isterim. Ama bilirim ki ışık bahçeleri küçük, yeryüzü uçsuz bucaksızdır. Rüyamda tepemizdeki şeytanların çorak ve soluk bir gezegenden uçan gemilerin üzerinde geldiğini gördüm. O maden yiyen canavarlar bizi mahvedecekler. Onların içlerimizdeki şeytanları uyandırdığını hissediyorum kardeşlerim. Dün akşam rüyamda Yerşehir sokaklarında kardeş kanının oluk oluk aktığını gördüm. Yerşehir halkının oyuna getirilmesine izin vermeyin. Cumhuriyetin ve demokrasinin bayrağını dünyada sadece kadim şehrimiz taşıyor. Şehrimiz daha adil bir düzene kavuşursa cumhuriyet sonsuza kadar yaşar. Eğer işçinin, çiftçinin ve diğer emekçilerin cumhuriyeti sahiplenmesini sağlayamazsak kralı kovarak kurduğumuz cumhuriyet kumdan bir kale gibi yıkılmaya mahkûm olacaktır. Yerşehir’deki sosyal adaletsizlikler kentimizin temelinde çatlaklar oluşmasına yol açıyor. Doğu Romalılar ve Persler tepemize binmek için fırsat kolluyorlar. Eğer ileri gidemezsek tek tekerlekli bisikletimiz devrilecek ve toza, çamura bulanmış bir halde yerlerde sürünmeye başlayacağız. Böylesi bir felakete izin vermemek için, kutsal volkanın ateşini yüreğimizde hissederek, kol kola, omuz omuza savaşmalıyız sevgili kardeşlerim”

Authors get paid when people like you upvote their post.
If you enjoyed what you read here, create your account today and start earning FREE STEEM!
Sort Order:  

Çok güzel bir yazı dizi ve devamının gelmesi dileğiyle. Eline emeğine sağlık :)

İkram karakterinin söylemleriyle daha bir merak sardı. Keyifle okumaya devam ediyoruz hocam.

Eyvallah. İstiklal Caddesi'nde dolaşarak nutuk atan sakallı bir adam vardı yıllar önce. İkram gibi sosyal adaletçi bir kardeşimizdi :)

:)) 👍 hayatın içinde karşılaştığımız renkli karakterler hiç eksik olmasın