Selim Özben hareketli katları, gizli asansörleri ve yer değiştiren duvarlarıyla kendisini her seferinde şaşırtmayı başaran çok katlı labirentte, temkinli adımlarla ilerliyordu. Sergi salonunun kapısı karşısında belirince şanslı bir akşamında olduğunu düşündü; çünkü bu odada vakit geçirmekten hoşlanıyordu. Sergi salonundaki bordo berjere oturup karşı duvardaki resimleri izlemeye koyuldu. Duvarda Cezanne, Chagall, Dali, Matisse, Kahlo, Klimt gibi ressamların tablolarını, dönüşümlü olarak gösteren ekranlar vardı. Uzunca bir zaman resimlere baktıktan sonra, sol taraftaki açık kapıdan yan odaya geçti. Girdiği bu yeni odada yer döşemesi, duvarlar ve tavan beyazdı. Odanın ortasındaki, masaj koltuğuna benzeyen siyah koltuğa oturdu. Koltuğun yanındaki sehpanın üzerinde bulunan astronot başlığına benzeyen şeyi başına taktı. Başlığın içinde herhangi bir görüntü belirmeyince koltuğun üzerindeki tek butona bastı. Bir kahkaha sesi duydu ve gözünün önünde bir soytarının üç boyutlu görüntüsü belirdi. Daha sonra çağıldayarak akan bir şelale, trafik kameralarıyla kaydedilmiş trajik kazalar, cinayet ve yaralama sahneleri, doğum videoları, ameliyat kayıtları, dağların üzerinde özgürce uçan kartallar, patlayan volkanlar, filmlerden takip sahneleri, korkunç bir gürültüyle parçalanıp çöken buzullar gibi görüntüleri izledi. Görüntüler; güneşin ufku sarıya boyayarak doğuşu, porno film parçaları, gece çekilmiş şehir manzaraları, vahşi hayvanların avlanma görüntüleri gibi enstantanelerle devam etti. Seans bittiğinde Selim Özben başlığını çıkarıp kalktı; açılan ilk kapıdan, 70’li yılların stilinde döşenmiş bir odaya geçti. Duvarlarda Jim Morrison, Amy Winehouse ve Janis Choplin gibi efsanevi solistlerin posterleri vardı. Oda sallanıp yer değiştirdi, karşısında açılan kapıdan geçip basamaklardan inerek içinde büyük bir yatak bulunan başka bir odaya geçti.
Kapıdan içeriye adımını atar atmaz mavi gözlü, siyah bir panterin tehditkâr bakışlarıyla karşılaştı. Parlak siyah tüylerine, bembeyaz dişlerine ve buz mavisi gözlerine bakarak bir an ne yapması gerektiğini düşündü. Panter olduğu yerde yaylanıp kükreyerek üzerine atıldı. İstemsizce gerilerken kalbi hızla çarpıyordu. Panterin bağlı bulunduğu uzun zincir gerilerek şıngırdadı. Selim Özben düştüğü yerde, zincirini çekiştirerek kükreyen panterin soluğunu yüzünde hissediyordu; aceleyle gerileyip kendisini güvenceye aldı. Yan kapıda beliren hizmet androidi pantere yaklaşıp eliyle “Dur!” işareti yaptı, başını okşadı ve zincirinden tutarak onu Selim Özben’in yanından uzaklaştırdı. Yatağın kenarına oturup bir süre soluğunun ve kalp ritminin normale dönmesini bekledi. Birkaç dakika sonra, panteri götürene kıyasla daha küçük bir android, elinde dolu bir bardakla odaya girdi. “Uyku kokteyliniz hazır,” diyerek içinde kırmızı renkli bir sıvı olan bardağı Selim Özben’e uzattı. Selim Özben, bardağı alıp içindeki sıvıyı yudumlayarak içti. Yatağın yanındaki sehpadan, üzeri elektronik devrelerle kaplı boneyi alıp başına geçirdi, ayakkabılarını çıkarıp yatağa uzandı. Odanın tavanında rengarenk gezegen görüntüleri belirdi. Gezegen görüntüleri bir süre sonra, yerini bulutsuz bir gecede çekilmiş izlenimi veren, bol yıldızlı bir gökyüzü manzarasına bıraktı. Yıldızları seyrederken sakinleşti ve uyudu.
Rüyasında, bir gökdelenin en üst katında, bilgisayar başında oturmuş çalışıyordu. Yanındaki masanın üzerinde, içinde kırmızı bir Japon balığı bulunan, yuvarlak, cam bir kavanoz duruyordu. Japon balığının göz alıcı kırmızılığı, bir gelinin duvağını andıran tül gibi ince kuyruğu ve yüzgeçleri, hareketlerindeki yumuşaklıkla birleşince izleyene keyif veriyor, adeta hipnotize ediyordu. Dışarısı güneşli ve alışılmışın ötesinde aydınlıktı; gökdelenin geniş camlarından içeriye güçlü bir günışığı vuruyordu. Selim Özben’in yüzünden huzur ve rahatlık okunuyordu. Suyun içinde kuyruğunu savurarak dolaşan Japon balığı, birdenbire durgunlaştı; suyunun yüzeyinde küçük dalgalar oluşmaya başladı. Meşgul olduğu işten kafasını kaldırıp balığın bulunduğu kavanoza baktı. Oturduğu koltuk sarsılmaya başladı. Yüzünde merak ve kaygı işaretleri belirdi. Balığın suyundaki sarsıntı arttı ve yerden, kırılma sesine benzeyen derin bir uğultu yükseldi. Kavanoz yere düşüp kırıldı, Japon balığı yerde çaresiz bir halde çırpınmaya başladı. Selim Özben, panik içinde kendisini yere atıp sürünerek pencereye yaklaştı. Dönüp Japon balığına baktı, az önce bulunduğu yerde yoktu. Dışarıda her şey sakin ve normal görünüyordu. Şimdi, yer sarsıntısının o ilk şiddeti geçmiş olsa da Selim Özben’in içinde bulunduğu gökdelen, bir salıncak gibi ağır hareketlerle öne arkaya sallanmaya başlamıştı. Sağda solda şiddetli depremin etkisiyle yıkılmış binalardan yükselen toz bulutları görülüyordu. Selim Özben, oyun kazanmış bir çocuğun sevinciyle “Bu binanın sağlam olduğunu biliyordum,” diye bağırdı. Hemen sonra, dikkati gökdelenin karşısındaki apartmanın üzerinde yoğunlaştı. Apartman, çocuk masallarındaki devler gibi yumuşak hareketlerle sağa sola salınıyordu. Salınımı hızlanıp dengesizleşti ve Selim Özben’in bulunduğu apartmana doğru eğildiği sırada, toparlanamayarak devrilmeye başladı. Korkudan gözbebekleri büyümüştü, apartman bulunduğu gökdelenin üzerine doğru düşerken istemsiz bir biçimde geriledi. Apartman, devrilen dev bir domino taşı gibi büyük bir toz bulutu kaldırarak Selim Özben’in içinde bulunduğu gökdelenin ayaklarının dibine yığıldı. Bu olay sırasında, yere tonlarca un dökülmüşçesine hiçbir ses çıkmaması, durumu daha korkunç bir hale getirmişti. Şimdi, içinde bulunduğu gökdelenin salınım hızı artmışken görüş alanındaki diğer gökdelenler de birer birer devrilmeye başlamıştı. Her devrilen bina yeni bir toz bulutu kaldırıyor, görüş alanındaki her nesne hareket halinde olduğu için nerenin yer nerenin gök olduğunu ayırt edemiyordu. Sonunda Selim Özben’in içinde bulunduğu gökdelen de bir domino taşı gibi yekpare bir halde devrilmeye başladı. Selim Özben’in yüzünde, artık bir boş vermişlik ve teslimiyet ifadesi vardı. İçinde bulunduğu kat tam yere değecekken kendisini, şehrin içinde yüzen dev bir geminin güvertesinde buldu. Şimdi, dalgalı denizdeki bir gemideymiş gibi sallanıyor; yüzüne vuran rüzgârı teninde hissedip denizin kokusunu içine çekerek ürperiyordu. Okyanustan gelen dev dalgalar, ayakta kalmış az sayıda gökdelenin arasından geçerek şehri suyla doldurmaya devam etti. Tüm şehir büyük çalkantılarla kabarıp alçalan masmavi deniz suyuyla doluydu. Ufukta bulutlar, şiddetli esen rüzgârın etkisiyle birbirlerinin içine geçerek anaforlar oluşturuyordu. Selim Özben derin bir yalnızlık hissiyle sarsıldı. Artık bütün geçmişini içinde barındıran koca şehir, okyanusta çırpınan aciz bir kazazede gibiydi. Suyun üzerinde kalan son tepeler, cami minareleri ve gökdelenlerin üst katları da suyla örtülmek üzereydi. Selim Özben, şehirde kalan sevdiklerini hatırlayarak ağlamaya başladı. Rüzgârın şiddeti sanki biraz azalmış, geminin deniz üzerindeki sallantısı daha yumuşak bir hal almıştı. Gökyüzünde, kararmış bulutlar arasında uçları çatallı küçük yıldırımların parlayıp sönen ışıkları seçiliyordu. Denizin ve rüzgârın ürkütücü uğultusu dinmiş, hafif; ama insanın iliklerine işleyen kararlı bir yağmur başlamıştı. Selim Özben, şimdi, geminin güvertesinde yağmurdan sırılsıklam olmuş bir haldeydi ve hüzün yüklü bakışlarla ufka bakarak titriyordu. Islak saçlarından süzülerek yüzüne inen yağmur suları, gözyaşlarına karışıyordu. İçinde bulunduğu gemi artık neredeyse hiç sallanmıyordu, kudurmuş dalgaların altüst ettiği deniz, şimdi bir gölün yüzeyi gibi durgundu. Selim Özben dönüp arkasında bıraktığı şehre baktı, artık durgun ve pürüzsüz suyun yüzeyinde, şehre dair hiçbir iz kalmamıştı. Acısı dayanılmaz hale gelmiş olmalı ki uyandı ve rüya sona erdi.
Rüyanın internet üzerinden canlı yayını biter bitmez, popüler rüya yorum programı “Düş Gezginleri,” yayınlanmaya başlandı.
“Evet, Doruk. Dünyaca ünlü rüya sanatçımız Selim Özben’in bu akşamki rüyasını nasıl buldun?”
“Belli ki çok iyi hazırlanılmış bir rüya, sevgili Batu. Selim Özben’in hiçbir rüyaya hazırlanmadan yatmadığı biliniyor.
Beykoz’daki evinde, kendisine ilham vermesi için inşa ettirdiği labirenti, geçen hafta gezme imkânı buldum. Korku tüneli ile sirk karışımı tuhaf bir mekân yaratmışlar. Odaların ve duvarların yer değiştirmesi, insanda macera hissi yaratıyor. Selim Özben, her rüya öncesi günlük idmanını burada yapıyor. Görüşmemizde, bana rüyalarını desteklemesi için kullandığı vitaminlerden ve aldığı besin desteklerinden söz etti. Özel karışımının formülünü sordum. Herkesin kendi rüya karışımını, kendisinin oluşturması gerektiğini söyledi. Bu akşamki rüyaya gelirsek Selim Özben’in rüyalarında sıkça gördüğümüz gerilim unsuru, macera hissi, nasıl söylesem; o ruhani hava beni çok etkiledi. Sevgili Batu, geçen hafta Selim Özben’in rüyalarını neden sevdiğimizi anlatan bir yazı yazmıştım; bize, teatral sesinle bu yazıyı okur musun? Konuşurken kendimi tam ifade edemiyormuşum gibi geliyor.”
“Senin sesin de hiç fena değil, Dorukcuğum; ama elbette okuyayım.”
Selim Özben Rüyalarını Neden Bu Kadar Çok Seviyoruz?
Selim Özben’in hayatlarımıza eşlik etmeye başladığı son 10 yılda, okurlarım bana aynı soruyu farklı biçimlerde soruyorlar: Selim Özben’in rüyaları bizi neden bu kadar etkiliyor? Ertesi günü bekleyip makul bir saatte izlemek varken gecenin geç saatlerinde, uykulu gözlerle neden o geceki rüyasını bekliyoruz? Selim Özben’in rüyaları, hangi ruhsal ihtiyacımıza karşılık geliyor ki onu ailemizin bir ferdi, 40 yıllık dostumuzmuş gibi seviyoruz? Onu diğerlerinden ayıran en önemli özellik ne? Tamamı aynı noktayı işaret eden bu soruları yanıtlamak, benim gibi tecrübeli bir rüya eleştirmeni için bile kolay değil; çünkü eleştirmen sıfatım bir yana, bir izleyici olarak rüya sanatçısının rüyalarını sevmemin, birden fazla sebebi var. Aklıma gelen nedenleri herhangi bir öncelik sırasına koymadan, aklıma ilk gelenden başlayarak yazacak olursam; öncelikle bu rüyaların zarafetinden söz etmem gerekir. Herkesin gereksiz bir koşuşturma içinde olduğu bu talihsiz çağda, gecenin geç bir saatinde, iç mantığı gereği olayların abartılı sonuçlara varabildiği bir rüya içinde bütün seslere, sözlere, görüntülere sinmiş olan zarafet; sizleri bilmiyorum, ama bende güçlü bir arınma duygusu yaratıyor. Bir Selim Özben rüyasında; bir kaplanın avının üzerine atılışı, bir kuşun kanat çırpışı, istekli iki bedenin birleşmesi, bir balerinin dansı gibi olaylar hayranlık uyandıran bir yumuşaklıkta, su gibi akan bir ritim içinde gerçekleşir. En korkunç, en üzücü olaylar bile rüyanın geneliyle bir uyum duygusu yaratır. Rüya sanatçısının rüyalarında dikkatimi çeken, onları özgün kılan diğer bir yan ise rüyalarının barındırdığı akıl almaz çeşitliliktir. Sözünü ettiğim çeşitlilik mekânlara, kişilere, nesnelere ve duygulara yaygın halde bulunur ve bir Selim Özben rüyası içerdiği özel bir öğeden asla tanınamaz. Sanki dünyadaki hayatın bütün içeriği, Selim Özben rüyalarında temsil edilmek üzere sıraya girmiş gibidir. Onun rüyalarını izlerken insanlık komedyasının bütün tezahürlerini, er ya da geç göreceğinizi iyi bilirsiniz. Elbette sözünü ettiğim bu çeşitlilik, onun rüyalarında kendine has temalar, diğerlerine kıyasla daha sık uyandırılan duygular olmadığı anlamına gelmez; bütün bu insan, nesne, duygu, mekân, izlenim bolluğu içinde onun rüyaları sanki bize çok özel nesneleri, diğerlerine kıyasla daha vurucu, yakıcı olan duyguları işaret eder. Onun rüyaları barındırdığı o eşsiz bütünlük nedeniyle, neresinden izlenmeye başlanırsa başlansın hemen tanınır. Selim Özben rüyalarında hoşuma giden bir diğer öğe olan belirsizlik, rüya sanatının zaten en önemli öğelerinden biridir. Aynı konuların çevresinde dönüp duran hararetli bir tartışmanın tam ortasında içiniz sıkılmış, rüyada işlerin çok daha kötüye gideceğine inanmışken birden kendinizi ufka kadar masmavi bir denizin önünde buluverirsiniz ve tam rahatlayıp gevşemişken birdenbire uzaklardan tehdit edici dev dalgaların size doğru geldiğini görürsünüz. Belki bütün bunlardan daha önemlisi, Selim Özben rüyalarının varoluşumuz hakkında bizlere fısıldadıklarıdır. Durmaksızın değişen sahneler, tehditkâr görüntüler; rüzgârın uğultusu gibi, bir nehrin çağıldayarak akışı gibi, gök gürültüsü gibi, sahile vuran dalgaların uğultusu gibi doğanın onun rüyalarından hiç eksik olmayan sesleri varoluşumuza ilişkin temel sorulara verilmiş yanıtlar gibidir. Selim Özben rüyalarında olup bitenler, bir rüyada karşılaşılabilecek olağan şeyler gibi görünürler. Çok sayıda insanın “Benim rüyalarıma çok benziyor, rüyalarıma tercüman oluyor,” dediğini duyarsınız. Bu gördüğüm, pekâlâ benim rüyam olabilirdi diyerek rüyada gelişen maceranın bir parçası olmaktan büyük bir kıvanç duyarsınız. Algılarınız sonuna kadar açılmış, rüyanın zarafetiyle sarmalanmış, zevk ve merak içinde mest olmuş bir halde seyrederken; bir yandan acaba sonunda ne olacak diye merak edip bir yandan keşke hiç bitmese diye düşünürsünüz. Selim Özben rüyalarını seyrederken sıradan olayların, dar ufukların, her gün tekrar tekrar yaptığımız işlerin, basit gündelik hesapların bizi hapsettiği düşünsel kısırlıktan, hayal fukaralığından kurtulup bir harikalar diyarına girmiş gibi olursunuz; sonunda ben de önemli bir olayın, ilginç bir maceranın, güçlü bir duygunun, zenginleştiren bir izlenimin parçası oluyorum diye düşünürsünüz. Selim Özben rüyalarının bir diğer önemli özelliği, seyredildikten sonra zihinde yankılanmaya devam etmesidir; işyerinizde sakin bir ruh haliyle işinizi icra ederken gece seyrettiğiniz rüyayı zihninizde yeniden canlandırır, rüyanın dönüm noktalarını, çarpıcı imgelerini, barındırdığı paradoksları düşünüp gülümsersiniz. Mesai bitiminde rüya yeniden aklınıza düşüverir, yeterince takdir edilmemiş bir ayrıntıyı düşünüp bunu fark ettiğiniz için kendinizi iyi hissedersiniz. Hatta belki bu ayrıntıyı bir dostunuzla paylaşmayı düşünür; ama onda aynı heyecanı yaratmamış olacağından korkarak bundan vazgeçersiniz. Bu talihsiz çağda, biliyorum, hepiniz birçok şeyle meşgulsünüz ve hepsine yetişeyim derken belki hiçbirinin hakkını tam olarak veremiyorsunuz. O nedenle şimdilik, başka şeylere ayıracağınız zamanı daha fazla daraltmadan Selim Özben rüyaları hakkındaki sohbetimizi burada bitirelim diyorum. Kalemimin gücünün, Selim Özben rüyalarını hakkıyla tasvir etmeye yetmediğinin farkındayım, bu konuda affınıza sığınıyorum değerli rüyaseverler.
Görsel Kaynağı: pixabay.com