Politikamız ahlakidir, ahlakımız politik;
Bilimimiz politiktir, politikamız bilimsel;
Ahlakımız bilimseldir, bilimimiz ahlaki.
“Sınırsız ve dönüşümsüz açlık grevleri” yani aslında “sınırı ve dönüşümü” yoksa ve de şeyleri adıyla çağırmak gerekiyorsa aslında bir ölüm orucu olan “Açlık Grevleri”nin bitirilmesi için hem demokratlara, hem de seçmeninden, partisine, gerillasından, diplomatına kadar geniş bir nebulöz gibi olan Kürt “Özgürlük Hareketi”ne yönelik olarak, ölüm oruçlarının bitirilmesi için en son aşamada Açlık Grevcilerine de yönelen bir imza kampanyası açık.
Çünkü binlerce ve binlerce insanın imzası ve ortak isteği ve ağırlığı ile ancak bu gidiş durdurulabilirdi
İmza kampanyası öncelikle demokratlara ve Özgürlük Hareketine yönelik olmalıydı, çünkü ortada örgütsüz ama aynı eğilimde, yani eylemi çeşitli gerekçelerle yanlış bulan ama devlet ve hükümetin yanına da düşer görünmek istemeyen, aynı kaygıları paylaşan çok geniş bir kitle bulunuyordu.
İşin kötüsü, açlık grevcileri bütün stratejlerini, ölümleri veya ölüm kıyısına gelişleriyle bu kitleyi harekete geçirip böylece bir baskı oluşturup hükümeti geri adım atmaya zorlayabilecekleri hesabı üzerine yoğunlaştırmışlardı.
Ama eylemin hedefinden biçimine, zamanından, örgütlenişine kadar her şey, bu kitle böyle bir yetenekte olsa bile, (kaldı ki toplumsal muhalefet darmadağındı ve henüz mücadele ibr yükseliş ve ilerleme aşamasında bulunmaktan çok uzaktı, savunma aşamasındaydı) bu harekete geçişi engelliyordu.
Bu kitle ayrıca demokratik hareket içinde de atomlarına da ayrılmış bulunduğundan hiçbir ağırlıkları olmuyordu, gerçek nicel ve nitel ağırlıkları hiçbir biçimde yansımıyordu.
Ayrıca bu geniş kitle çaresizlik içinde ne yapacağını da bilemiyor, doğruluğuna inanmadığı ve yanlış bulduğu bir hareketi kendi düşünce ve inançlarıyla çelişerek, onlara aykırı davranarak tutarsızlık içinde destekleme ve sahte hayaller yayma durumuna düşmemek, aynı zamanda, devletle aynı tarafta görünmeme ve oraya düşmeme kaygısıyla, aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık durumunda kalıyordu.
Bu durumda küçük ve örgütlü kesimin gerçektekinden çok daha büyük bir ağırlığı varmış gibi görünüyor sesleri daha gür çıkıyor ve bu de gerçek durumun yanlış algılanarak yanlışların sürdürülmesi olasılığı da artıyordu.
Bu imza kampanyası bu nedenle açlık grevlerini yanlış bulan, ama devletin yanına düşmemeye de dikkat eden ve ne yapacağını bilemeden çaresizlik içinde kıvranan ve örgütsüz olduğu için gerçek ağırlığını da hissettiremeyen, hatta kendisi bile kendi gücünün farkında olmayan bu geniş kitlenin bu durumuna son vermeyi, bu duruma son vererek açlık grevcilerinin yanlışına da son verme imkanı yaratmayı hedefliyordu ve hedefliyor.
Bu imza kampanyasında özellikle devletin veya liberallerin veya açlık grevine karşı düşmanca tavır almış Kürt ulusalcılarının tavrına kesin bir mesafe ve fark vardır.
Örneğin “açlık grevlerinin sona erdirilmesini ve hak taleplerinin farklı demokratik zeminlerde yürütülmesini gerektirmektedir” gibi bir cümle bizim açtığımız kampanyada görülemez. Çünkü Türkiye’de bir demokratik zemin yoktur.
Veya Kürt Özgürlük hareketine düşman kimi Kürt ulusalcılarının iddia ettiği gibi, Özgürlük hareketinin sorumsuz kimi yöneticilerinin direktifiyle binlerin ölüme yollandığı gibi iddialar ve imalar bizim kampanyamızda görülemez.
O binlerce mahkum, bir robot değil, kendi özgür iradeleri olan, neyin nereye gittiğini bilen, nice ateş çemberlerinden geçmiş deneyli insanlar olarak kabul edilir.
Tam da böyle kabul edildiği için, kampanya onlara yönelebilmek için tam demokratlara ve geniş anlamıyla Özgürlük Hareketine yönelmektedir.
Kampanya, devletin paraleline düşmemek, hatta aksine, bitirilmesi için çağrısı ve kampanyasının gerekçesi devletin ve hükümetin demokrasi ve insanlık düşmanı karakterini gerekçe olarak alır ve aynı zamanda açlık grevindekilerde aynı siperlerde bulunduğunu ifade eder.
Eğer bir askeri savaş imgesi kullanarak ifade etmek gerekirse, bu kampanyanın yaptığı ya da yapmaya çalıştığı, birden bire fazla ileri giden, diğer cephelerden tehlikeli biçimde kopan bir bölüğün devlet ve hükümet tarafından kuşatılma ve imha edilmesi tehlikesini bertaraf etmektir. Çünkü onlar cephenin diğer kesimlerinde bir savunma savaşı verildiğini, ricatın durdurulması için çaba harcandığını bilmemektedirler. Fiziki veya başka koşullar bu bilgi akışını engellemiştir. Bu durumda bu ileri giden ve düşman tarağından kuşatılıp imha olma tehlikesi içinde bulunan grubu, gerçek durumdan haberdar edip, bu kuşatmadan kurtulabilmeleri için onlara bir ricat yolu açma çabasıdır.
Bu çaba gösterilmek zorundadır. Çünkü onların alacağı ciddi bir darbe, aynı zamanda hepimizin (bütün demokrasi mücadelesinin) yenilgisi olacaktır. Amaç sadece yenilgiyi engellemek değil, aynı zamanda kayıpsız bir ricatın gerçekleşmesini de sağlamaktır.
Ayrıca bu kampanya, bizzat bu davranışıyla, tehlikeli biçimde diğer demokrasi güçlerinden kopmuşluğun bir ifadesi ve yansıması olarak tam bir suskunluk içinde bulunan açlık grevcilerinin sesini duyurarak, insanlara somut bir gidişi etkileme kapısı açmakta ve sessizliği de kırmaya katkıda bulunmaktadır.
Ama sadece bu kadar değil, somut bir öneri olarak, savunma mevzilerindeki güçlere, somut bir mücadele hedefi sunarak, onların dağınık bir durumdan kurtulmasını da sağlamaya çalışmaktadır.
Askeri kavram ve imgelerle durum ve yapılmak istenen budur.
Eğer kimileri “hayır o grup (açlık grevcileri) çok ileri gitmiş değil, karşı taraf tam da çökmek üzere, saldırının tam zamanıdır” diyor ve dağınık ve savunma halindeki güçleri de bir saldırı savaşına çağırıyorsa, çıkardıkları gazetelerin bütün sayfaları bunun gerçek durumu yansıtmadığının kanıtlarıyla doludur. Açlık grevlerini en çok destekleyen yazarlar bile, ne demokratik kamuoyundan, ne de Kürtlerden umulan desteğin gelmediğini itiraf etmektedirler. Bu durum kendini kandırmaktan başka bir anlama da gelmemektedir.
Nedense, örneğin bir grup aydının yayınladığı bildiriye saldırıp eleştirenler bu kampanyanın varlığını ve gerekçelerini görmezden gelmekte, yokmuş gibi davranmaktadırlar.
Onlar bu kampanya karşısında bir suskunluk oluşturarak, aslında bu kampanyanın başarıya ulaşmasını engellemeye çalışmaktadırlar.
Halbuki bu kampanyayı eğer yanlış görüyorlarsa, yanlış gördükleri noktadan eleştirseler, hatta küfür etseler bile duyulmasını sağlarlar ve imzacıların hızla büyümesine yol açarlardı. Ama tam bir suskunluk aracılığıyla bu kampanyanın bilinmesini ve tartışılmasını engelleyerek, bir başarı kazanmasını da engelliyorlar. Ama böyle yaparak aslında açlık grevcilerine de karşı çalışmış oluyorlar.
Çünkü binlerce insanın imzası bu kampanya metni ve gerekçelere imzası, imzacıların aynı zamanda devlete karşı bu cephede, grevcilerle aynı cephede olduğunun ilanı anlamına gelir ve en azından onu sessizlikten kurtarır. Çünkü bu imza kampanyası sadece Açlık Grevcilerine bir çıkış sunmamaktadır, aynı zamanda yapılanı yanlış bulup, ama devletin yanına düşer durumda olmamak için de sessizce uzak durarak, ayak sürüyerek çaresizlik içinde bir mehdinin çıkmasını veya bir mucize olup bu gidişin durmasını bekleyen binlerce, milyonlarca insana da bir çıkış kapısı göstermektedir.
Ama çok geniş bir kitle içinde şu ana kadar imzacıların sınırlı kalması sadece duyulamaması ve kendisinin eleştirilmemesi ile ilgili değildir.
Açlık grevlerini yanlış bulmakta, devletin yanına düşmemek ve öyle görünmemek için sessizlikle veya başka biçimlerde direnişini ifade etmekte bulanan kitleden birçok insanın şöyle bir yaklaşım sergilediğini görüyoruz:
“Yapılan yanlış (Bu yanlışlık kimilerince seçilen hedefin yanlışlığı, kimilerince seçilen mücadele biçiminin yanlışlığı, kimilerince zamanın yanlışlığı, kimilerince yürütülüşünün yanlışlığı veya bunların hepsi veya çeşitli kombinasyonları olabiliyor) ama onlara grevi bırakın demek ahlaki (etik) olmaz.”
Kendisine özelden yazdığım ve çok değer verdiğim bir arkadaşım, çağrıda “yazılanlara ben de katılıyorum. Fakat eylemcilere "eylemi bırakın!" çağrısı yapmak bana biraz ters geliyor” diyerek, kampanyayı açıktan desteklemeyi reddetti örneğin.
Bu çok yaygın bir tavır.
Bir yandan yapılanı çeşitli gerekçelerle yanlış bulurlarken diğer yandan grevcilere durun demek ahlaki olmaz diyerek hiçbir şey yapmamayı, bir imza bile vermemeyi tek çıkış yolu olarak görüyorlar. Bu kaygının ardında aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık durumundan, yani devlet ve hükümetle aynı yakın duruma düşmemek kaygısı bulunuyor çoğu durumda ve bu anlaşılabilir.
Ama bu tavır, yani yanlış bulup bu kampanyaya imza vermekten de kaçmak, yokmuş gibi davranmak, aynı zamanda, “devletle aynı noktaya düşmeyen, hem de ağır kayıpları engelleyecek bir yol olanaksız” demenin utangaç ifadesi oluyor .
Peki bu çok savunulan, açıktan savunulmadığında fiilen uygulanan, bu tavır doğru mudur?
Hayır baştan aşağı yanlıştır, hatta ahlaki gerekçelerin ardına sığınan ve ahlak bayrağını yere düşürmeme iddiasındaki bu tavır aslında nesnel olarak tam da kendi zıddına dönmekte hiç de ahlaki olmayan bir şekilde sonuçlanmaktadır ve sonuçlanacaktır.
Çünkü ahlaki olan ile politik olan ve bilimsel olan ilişkisini yanlış koymaktadır.
Çünkü öznel bir ahlakilik iddiası ve çabası neredeyse her zaman nesnel olarak ahlaki olmayan bir davranışla, yani ahlaksızlıkla sonuçlanır.
Bu yazıda biraz bunu göstermeye çalışalım ve bu arkadaşları daha tutarlı olup, imza vermeye, imza toplamakta aktif tavır aldırmaya çalışalım.
Marksistler “namuslu oportünistler dünyanın en tehlikeli oportünistleridir” derler.
Tarih ve toplum üstü, Kant’ın “kategorik imperatifleri” gibi, her zaman ve her toplumda geçerli, evrensel ve doğru ahlaki ilkeler yoktur. “Evrensel ahlaki ilkeler” postmodern zamanların, bir gerici ideolojik iklimin egemenliğinin yansısı olarak sık sık duyduğumuz sözlerdir.
Kapitalizm öncesi toplumlarda, özel ve özel olmayan ayrımı yoktur. Öznel akıl aynı zamanda nesnel akıldır. Öznel olarak ahlaki olan aynı zamanda nesnel olarak da ahlakidir. Özel ve politik ayrımı modern toplumun dininin, kendisinin din olmadığını iddia eden dinin, bir iddiasıdır ve toplumu düzenlemesinin aracıdır. Bu ayrım aracılığıyla ahlak, kişilerin özel sorunu, özele ilişkin, politika dışı, politik olmayan olarak kabul edilir.
Bu anlayışla kapitalizmin yetiştirdiği kuşaklar için, ahlakın aynı zamanda politik politikanın ahlaki, ahlaki olanın aynı zamanda bilimsel, bilimsel olanın ahlaki olduğu her türlü kavrayışın ve tasavvurun ötesindedir. Marksizm kapitalizm öncesi toplumun bu nesnel ve öznel akıl, nesnel ve öznel ahlak birliğini, bir üst düzeyde yeniden oluşturma çabasını ifade eder. Ve kapitalizmin bütün gelişmişliğine ve egemenliğine rağmen, çoğu durumda dine yönelişler, aslında bu ayrıma, bu şizofrenik bölünmeye, çıkışı sonuçlarda ve bireysel çözümlerde arayan bir direnişi de ifade ederler. Bu da önel ahlakı yüceltme biçiminde ortaya çıkar. Yanlış bulunana itiraz etmeyi “ahlaki olmaz” diyerek susuşla geçiştirme bile bunun bir görünümü olarak görülebilir.
Ama işte sorun tam da buradadır.
Öznel ahlak, her zaman böyle evrensel, tarih ve toplum üstü ahlaki ilkeler olduğu ve kendisinin bu ilkelere dayandığı iddiasında olur. Örneğin “insan öldürmek”, “hırsızlık yapmak”, “yalan söylemek” (yani aslında biraz çekiştirmeyle on emirdeki yasaklar da denebilir bunlara) evrensel ahlaki ilkeler olarak ele alınırlar. Ama nesnel olarak hiç de böyle ilkeler olmadığından ve toplumun yasaları tıpkı yerçekimi gibi toplumsal güçlerin davranışlarını, dolayısıyla o sözüm ona öznel ve mutlak ahlaki ilkelere göre davrandıklarını iddia edenlerin de davranışlarını belirlediğinden, bu baylar ve bayanlar ilk zorlukta, insanların ölümüne son vermek için insan öldürmek, hırsızlığı ortadan kaldırmak için hırsızlık yapmak, yalan söylenmesin diye yalan söylemek durumunda kalırlar. Mutlak ahlaki kategorilin varlığı ve onlara dayanma iddiası tam bir özel ve nesnel ahlaksızlıkla sonuçlanır.
Bu nedenle modern toplumun insanlarının neredeyse hepsi kendine saygısını yitirmiş birer şizofrenik vakadan başka bir şey değildir.
Bizler, Marksistler ise, tarih ve toplum üstü ahlaki ilkeler veya bir insan özü bulunmadığını söyleriz.
Bunun mantıki sonucu olarak, yazının başında ifade edildiği gibi, ahlakımızın ve politikamızın bilimsel, bilimimizin de ahlaki ve politik olduğunu söylerken, öncelikle ahlakın tarih ve toplum üstü reçetelerde değil, her somut durumda yeniden üretilmesi gereken tamamen bilimsel olarak kanıtlanabilir ve tartışılabilir, ama aynı zamanda da tamamen politik bir çizgi sorunu olduğunu söylemiş oluruz.
Dolasıyla, bizim kavrayışımızda bilim, politika ve ahlak aynı özün, aynı nesnel aklın (yani toplumun yasalarına uygun olarak toplumun örgütlenmesinin) farklı görünümleri ve yönleri olmaktan başka bir şey değildir.
Böylece nesnel ve öznel ahlak farkı da ortadan kalkar. Bizim öznel ahlakımız nesnel bir ahlaktır ve nesnel ahlakımız da aslında öznel ahlakımızdan başak bir şey değildir.
O halde ahlaklı olmak veya ahlaki davranmak, davranışlarımızın transandantal, tarih ve toplum üstü ahlaki kategorilere uygun olup olmadığını tartışmanın konusu değildir. Çünkü yoktur böyle kategoriler.
Ahlaki davranış verili durumda hangi davranışın yeryüzünden baskı ve sömürünün ortadan kaldırılmasına azami katkı sunduğu veya sunulabileceği sorunudur.
Yani hangi davranışın ahlaki olduğu, son duruşmada, hangi politikanın doğru olduğu sorunudur?
Hangi politikanın doğru olduğu sorunu ise, daha somut olarak hangi programın, stratejinin, taktiğin, örgüt ve mücadele biçimlerinin verili durumda ve koşullarda ezilenlerin kurtuluşuna azami katkıyı sağlayabileceğine ilişkin bir sorundur. Yani bu program ve strateji tartışmaları aslında ahlaki bir davranışın araştırılması, en ahlaki davranışın ne olacağına ilişki bir tartışmadır.
Ama bu tartışma da aynı zamanda, toplum, onun yasaları, toplumsal güçler, onların çıkarları, eğilimleri, karakterleri, hedefleri, iç çelişkileri, psikolojileri vs. hakkında tamamen toplum bilimin alanına giren bilimsel bir tartışmanın konusu olur.
O halde ahlaklı bir insan olmak isteyen, öncelikle amacını yeryüzünden baskı ve sömürüyü, ezme ezilme ilişkisini kaldırmak olarak tanımlamak zorundadır. Çünkü tarih ve toplumun yasaları bunun gerekli ve mümkün olduğunu göstermektedir. Tabii bunun ardında da toplumun ve insan hayatının yaşamaya değer bir şey olduğu varsayımı vardır.
Eğer amacınız bu değilse, sizin bütün ahlaklı olma iddialarınız, en büyük ahlaksızlığın, yeryüzünde sömürü ve baskının sürdürülmesinin bir aracı haline gelir.
Ancak bu genel ve kategorik amaç yetmez.
Bu bir mücadele gerektirir. Çünkü toplumda yine toplumsal yasalara uygun olarak konum ve çıkarları farklı insan kümeleri ve bunlar içinde de var olan durumu sürdürmekten çıkarlı olanlar vardır.
Mücadele ise somut toplumsal güçler arasında olur. Bu mücadelenin, her sıradan basit silahlı savaş yaşayanın bile bildiği gibi kendine özgü yasaları da vardır. A durumunda doğru olan, B durumunda tamamen yanlış olabilir. En mekanik arabayı sürerken bile hep aynı hızla gidilmez. Yokuşta vites düşürülür, bir araba geçerken diğer arabaların hızları ve konumları gözlenir, motor elveriyorsa hızlanılır vs. Mutlak reçeteler yoktur. Her verili durumda en doğrunun, kurtuluşa azami katkının ne olacağı yeniden tespit edilmek durumundadır. Aksi takdirde azami katkı yapılamamış, dolayısıyla nesnel olarak ahlaki davranılmamış olur.
Tabii bunu başarabilmek için de tarihin ve toplumun hareket yasalarını, ki bu yasaların kendileri de kimi temel olanları daha yavaş olmakla birlikte, sürekli değişmekte ve evrim geçirmektedirler, bilmek yetmez, sınıf mücadelesinin derslerini ve yasalarını, genel olarak savaşın yasalarını vs. de bilmek gerekir.
Yani ahlaklı olmak isteyen aynı zamanda iyi bir tarihçi ve sosyolog yani Marksist olmak zorundadır. (Marksizm dışında toplumsal hareketi anlamayı sağlayacak bir toplum teorisi yokur)
Ama Marksistlik de öyle kolayca olunan bir şey değildir. Tarihin ve toplumun yasalarının birazcık olsun sırrına varmak, bir ömür boyu tarih ve toplum üzerine araştırma çabası göstermek demektir. Sadece bu kadar da değil, tıpkı bir fizikçinin ömrünü laboratuvarda deneylerle tüketmesi gibi, her türlü toplumsal mücadele içinde bir öğrenci ve gözlemci gibi bulunmayı, bunları örgütlemeyi vs. de gerektirir. Bütün bunların sonu da yoktur. Sadece biraz daha özüne varılır gibi olur. Hepsi o kadar.
Yani Marksist olmaya çalışmak, yani insanlığın kurtuluşuna azami katkı, yani ahlaklı bir insan olmaya çalışmak, bir bakıma Fena Fillah’a, Nirvana’ya ulaşmak, Simurg’u bulmak için yola çıkmak gibidir. Ama o yaklaşıldıkça uzaklaşır. Bilginiz arttıkça bilgisizliğinizin farkına varırsınız. Bu nedenle ona ulaşılamaz. Fakat bu ulaşma çabasının kendisi insanı Simurg’a dönüştürür, Fena Fillah’a ulaşılamayacağını kavramının kendisi Fena Fillah’a ya da Nirvana’ya ulaşmak olarak ortaya çıkar.
Şimdi somut olarak şu açlık grevlerine gelelim. Açlık grevlerinin dolayısıyla onlara karşı tavırların da politik olarak doğru yani aynı zamanda ahlaki, yani aynı zamanda bilimsel olup olmadığı bu grevlerin hem genel olarak ezilenlerin kurtuluş çabasına, hem de özel olarak Türkiye ve Ortadoğu’daki demokratik mücadeleye ne ölçüde katkısı olduğu ve olacağı ile belirlenebilir.
O halde açlık grevlerine ilişkin tavır tartışması, toplumsal güçlere, onların eğilimlerine, politik mücadelenin ve savaşın yasalarına vs. göre tartışılmalıdır. Yani bilimsel ve sosyolojik kavramlara dayanarak bir politika, program ve strateji, örgüt ve mücadele biçimlerine ilişkin, savaş ve mücadele sanatının derslerine ve ilkelerine ilişkin bir tartışma olmak zorundadır.
Yukarıda değinildiği gibi, Bir Marksist için burada orun yoktur. O bu bağlamda tartıştığı ve çıkardığı sonuca göre davranışını belirler ve bu ahlaki bir davranış olabilir.
Ama tahlili yanlışsa, öznel olarak hangi tarih ve toplum üstü ahlaki kaygıyla hareket etmiş olursa olsun, nesnel olarak ahlaksızca davarınmış olur.
Bu nedenle ahlaki davranışlarla, en soyut ve karmaşık gibi görünen tarihsel ve toplumsal kategoriler ve kavramlar üzerine tartışma aslında aynı zamanda en doğru politika ve programların ne olduğu üzerine bir tartışma olduğu gibi verili durumda en ahlaki davranışın ne olduğu üzerine de bir tartışmadır.
Şimdi bu durumda nesnel olarak yapılanın yanlış olduğunu söyleyip, öznel ahlaki kaygılarla onlara dur demenin yanlış olduğunu söylemekten kaçanlar, alında diyalektik olarak kendi zıtlarına dönmekte ve en büyük öznel ve nesnel ahlaksızlığı yapmış olmaktadırlar.
İşte tam da bu nedenle, herkesi, en azından öznel bir ahlaksızlık ve çelişki durumuna düşmemek için, bu eylemleri ister doğrudan hedefi, ister aracı bakımından yanlış bulanları imza vermeye çağırıyoruz. Bu imza kampanyasının gerekçeleri ve amaçları ezilenlerin ezenlere karşı mücadelesine azami katkının verili durumda nasıl sağlanabileceği düşüncesiyle belirlenmiştir. Yanlış olabilirler, ama o zaman bu yanlışın gösterilmesi tarih, sosyoloji, politika sanatı vs.den argümanlarla gösterilmelidir ki yanlış yapanlar da yanlış yapmaktan kurtulabilsinler.
Yani bu gerekçelerin şu ya da bu yanını veya bu kampanyayı yanlış bulabilirsiniz ama o zaman somut başka bir yol önermeniz gerekir.
Tabii bir de aslında bu eylemin yanlışlığını bilip görecek teorik ve pratik deneye ve donanıma sahip olmakla birlikte, bile bile lades diyerek, içinden yanlış olduğu düşündüğü eylemi dışa karşı doğru bir eylem gibi savunanlar var.
Tabii bunlar gerçek fikirleri ile savundukları arasındaki uçurumun büyüklüğü ölçüsünde sekterce bunu savunurlar. Genellikle böyledir bu işler. Kafasında en çok kuşku bulunanlar, bu çelişkilerden en sert savunularla kurtulmaya ve o çelişkiyi örtmeye çalışırlar.
Ama olaylar inatçı olduğundan bir süre sonra tersine dönerler, bu nedenle en hızlı ve inanılmaz dönüşleri yapanlar en sekter ve acımasızlardan çıkar. Liderleri veya örgütleri tanrılaştırıp yanılmaz papa yapanlar, ilk hayal kırıklıklarında en iflah olmaz her türlü lider ve örgüt düşmanlığına geçerler.
Örneğin gezinin bir başarısızlık nedeni de budur. Gezi tarihin böyle bir savrulma döneminde, böyle bir zamanın ruhunda ortaya çıktığı için, Gezi kuşakları kendisi bunları yaşamamış olsa bile bunların sonuçlarının yükünü taşımak zorunda kaldı ve bu yükün altında ezildi. O yükü taşıyacak gücü ve birikimi olmadığı için.
Gelelim Açlık grevlerine
Bu grev her şeyiyle yanlıştır.
Birincisi, hedefi yanlıştır.
Bu yanlışlıkların bir kısmına daha önce birkaç başlık altında değindik. Öcalan’ın demokrasi ve eşitlik aracılığıyla Kürtlerin üzerindeki baskıya son verilmesi şeklindeki Demokratik Cumhuriyet programına fiilen bir reddidir.
İkincisi. İçinde bulunulan aşamadaki özgül hedefi yanlıştır. Bugün barış hedefi demokrasi güçlerini böler.
Üçüncüsü, barış için Öcalan’a görüşme olanağının seçilmesi yanlıştır.
Bunların hepsinde arabanın atın önüne koşulması olduğun gösterdik
Mücadele biçimi yanlıştır. Başarısı da başarısızlığı da yenilgiye mahkumdur. Daha baştan saçma bir durumu vardır. Bugünkü Devlet ve hükümetin yasaları uygulamak gibi bir taahhüdü ve amacı olduğu varsayımına dayanmaktadır.
Ama daha korkuncu, tam da devletin ve hükümetin istediği şeyle, yani açlık grevindekilerin ölümüyle hükümeti ve devleti tehdit etmektedir. Hangi açlık grevcisi, bu devletin açlık grevindekilerin ölümünü istemediğini söyleyebilir. Söylüyorsa bu devleti ve hükümeti hiç tanımıyor demektir. Söyleyemiyorsa, bunu hangi mantıkla açıklamaktadır.
Aksine seçilen yöntem, hükümetin geri adım atma niyeti olsa bile bu niyetinden vaz geçmesi için ona ideal koşullar sunmaktadır.
Bu hükümet ve devlet aptal değildir. Kendi çıkarının nerede olduğunu bilir. Hiçbir geri adım atmayarak ve daha çok insanın ölmesini sağlayarak, demokratlar ve Kürt özgürlük hareketi kitlesi ile (ki bu kitlenin çoğu eylemi yanlış bulmaktadır) PKK’nın ve benzeri durumdaki örgütlerin arasına bir daha belki hiç kapanmayacak bir kama sokabilecektir. Çünkü bu mücadele biçimi, zamanı vs. yanlışlığıyla devlete bu silahı vermektedir.
Bunu görmek için kahin olmaya gerek yok. Karşı taraf kendi ayağıyla kendini tuzağa düşürmüşse, niye onu kurtarmak için çaba sarf edesiniz ki? Fırsatını bulmuşken tencerenin dibini kazıyıp, sonuna kadar gitmenizi ne engelleyebilir?
Savaş ve politika sanatı açısından yanlıştır.
Ama bunlara daha girmedik bile. Onlara da sonraki yazılarda gireriz.
Burada bu imza kampanyasıyla korkunç bir sondan demokratları ve Kürt hareketini kurtarmaya çalışıyoruz.
henüz nasıl büyük bir tehlikenin kapıda beklediği ve yaklaştığının kimse farkında değil. Hatta açlık grevindekiler bile.
Kendileri bile ciddiyetten uzaklar.
Örneğin PKK’nın ölüm oruçları yasağını delmek için “sınırsız dünüşümsüz açlık grevi” dediler sanki adı değişince sonuç değişirmiş gibi.
Sonra bir grup “ölüm orucu”na başladı. Yani öbürü “sınırsız ve dönüşümsüz” yani ölüm orucu değilmiş gibi.
Yani ölüm orucu içinde ölüm orucu. Ama bu sefer yasağı delme için adlandırma hilesi de yok.
Peki bunca gayrı ciddi yürütülen, tıpkı hendekler ve özerklik ilanları gibi son derece ciddi ve isyandan başka bir anlama gelmeyen bir mücadelenin gayrı ciddi yürütülmüş olması gibi, şimdi açlık grevleriyle ikinci bir hendekler yenilgisinin geleceği apaçık görülüyor.
O zaman kimse ağzını açıp bir kelime edemiyordu.
O zaman da “ahlaki olmaz” deniyordu bunun yanlış oluğunun söylenmesi.
Galiba bir tek biz yazdık “İsyanla Oynanmaz” diye.
İşin kötüsü, zamanından önce yeterince güçlü bir şekilde demokratik kamuoyu ve özgürlük hareketi ağırlığını koyamaz ise, belli bir noktadan sonra geri dönüş de olanaksız hatta yanlış hale gelebilir. Çünkü bazen savaş içinde bir yanlış görülmesine rağmen, artık belli bir sınırdan sonra o yanlıştan dönmek de daha büyük bir yanlış olup daha büyük bir yıkım getirebilir.
Bu nedenle yüzleri aşkın günlerde açlık grevindeki binlerce mahkumun buraya gelmeden yanlıştan dönebilmesi için, şimdiden on binlerce, hatta yüz binlerce imza toplanması gerekiyor.
Ahlaki kaygılarla, yanlış buluyorum ama etik olmaz diyenler, bu yanlışı durdurmak için hiçbir şey yapmayanlar, hiç de ne ahlaki, ne politik ne de bilimsel olarak savunulamayacak bir sonu hazırlıyorlar.
Bizim imza kampanyamız, bu devletin direnenlerin ölümünü isteyeceği, dolayısıyla ölümün bu devlete karşı bir silah olamayacağını veri kabul ettiği için, bu devlete tam bir reddiyedir ve aslında yüzbinlerce insanın imzalarıyla bu devleti reddiyesi, yüz bin insanın devleti öcalanı görüşmeye davet etmesinden çok daha radikal ve bu devleti korkutucu bir yaklaşımdır.
Biçimce bir imza gibi görülse ve bir ölüm orucuyla kıyaslanamayacak olsa bile, içerikçe devleti hukuka davet eden ölüm oruççularının tavrından çok daha radikaldir. Ve bir yan ürün olarak, yüzbinlerce yurttaşın imzalı reddiyesini engellemek için, geri adım attırmaya da daha uygundur.
Bu farkın üzerine biraz düşünülürse bu görülür.
O halde demokratlar ve özgürlük hareketi. Lütfen susuşa son veriniz. Bu kampanyayı destekleyiniz. Yayınız. Bu kampanya biricik çıkış yoludur.
Ahlakidir. Politik olarak doğrudur ve bilimseldir.
2 Mayıs 2019 Perşembe
Demir Küçükaydın
[email protected]
https://demirden-kapilar.blogspot.com