Bir önceki yazıda özgürlükler aleminin Toplum denen var oluş ve hareket biçiminin aşılması olduğu sonucunu yazmıştık.
Ancak bu sonuca biz de yeni ulaşmıştık.
Marks’ın “komünist toplumun üst aşaması dediği” zorunluluklar aleminin ötesindeki özgürlükler alemini, biz de yakın bir zamana kadar bir toplum (veya üretim) biçimi olarak düşünüyor ve öyle ifade ediyorduk.
Ancak üzerine dikkatli düşününce bunun aslında toplumsalın sonu ve aşılması olduğunu gördük ve kavramların iç tutarlılığını sağlamak için, bunu yeni bir toplum veya üretim biçimi olarak değil, Toplum’un aşılması olarak tanımladık. Zaten emeğin ortadan kalkması üretimin de ortadan kalkması olacağından üretimin olmadığı bir üretim biçiminden söz etmek gibi bir çelişki de kavramın içinde bulunuyordu.
Aşağıda ikibinli yılların başında yazdığımız bir yazıyı aktaracağız. Yazı Demokrasi bağlamında yazılmıştı.
Yazıda, Sosyalist bir toplumda (Yani Marks’ın deyimiyle Komünizmin alt aşamasında, Engels buna sosyalist toplum diyor ve yaygın kullanıma bu yerleşmiştir), yani sınıfların, eşitsizliklerin ve meta üretiminin olmadığı ama zenginliklerin de gürül gürül akmadığı emeğin hala var olduğu ve insanların emekleri kadar aldığı bir toplumda Demokrasinin en saf biçiminde var olabileceğin, böyle bir soyutlamadan hareketle demokrasinin tanımlanabileceğini söylüyor ve Marks’ın yöntemini izleyerek bir demokrasinin sosyolojik bir tanımını yapmaya çalışıyorduk.
Bu yazı o bağlamda yazılmıştı, ve şimdi eşiğinde bulunduğumuz devrimin sorunlarını, bir soyutlama ve zihinsel deney olarak demokrasi bağlamında tartışıyordu.
Bu nedenle, zorunluluklar alemi ve özgürlükler alemi farkının, dolayısıyla Toplum ile Toplum olmayanın farkının daha iyi anlaşılabilmesi için o yazıdan bir bölümü aşağıya aktaracağız.
Bu aktarılan yazı aynı zamanda bundan 15 yıl önce bugün eşiğinde bulunduğumuz devrimin sonuçlarını ne kadar uzak bir gelecekte tasavvur ettiğimizin de bir kanıtıdır.
Örneğin aşağıda görüleceği gibi şöyle yazıyoruz:
“Bir an için insan türünün kapitalizmi yok ettiğini ve böylece birkaç yüz yıl içinde bir çevre felaketi veya bir nükleer savaş felaketinden kurtulduğunu, planlı bir ekonomiye geçtiğini var sayalım.
Bu durumda birkaç yüz yıl içinde insanlık emeğin artık yok olduğu, dolayısıyla zorunluluklar aleminin ötesindeki özgürlükler alemine geçmiş olur.”
Yani bu “Bir Devrimin Eşiğinde” yazı serisinde birkaç on yıl sonra karşılaşmamız söylediğimiz muhtemel sonuçlarla, birkaç yüz yıl sonra karşılaşacağımızı ön görüyoruz.
Bu yanılgı tipiktir. Aslında tam da bu yazı serisine “bir devrimin eşiğinde” başlığı atmamızın nedenidir.
Hiç tasavvur bile edilemeyecek şekilde, devasa değişiklikler mümkün olmuş durumda.
Bu geleceğe ilişkin tasavvurlarımızı da alt üst etmiş bulunuyor.
Yaptığımız alıntıda görüleceği gibi, kapitalizmin yok edilmesinden sonra birkaç yüz yıllık bir dönemde planlı bir ekonomiye geçilip çevre felaketlerinin falan engellendiğini, ancak ondan da sonra birkaç yüzyıl içinde emeğin yok olacağı bir topluma geçilebilecek hale gelinebileceğini tasavvur ediyoruz. Ve bu o zamanlar bile oldukça iyimser bir tasavvur.
Ama bu yazı serisinde ise, birkaç on yıl içinde, emeğin yok olmasını sağlayacak bir emek üretkenliği düzeyine gelinebileceğini ön görüyoruz. Ve şimdi böyle bir noktaya kapitalizm, uluslar ve ulusal devletler varken gelmek söz konusu.
Yani kapitalizmin, ulusların ve ulusal devletlerin yıkılışına yol açabilecek gelişmenin, onların artık mümkün olamaz hale gelmesinin yol açması gibi bir durumla karşı karşıyayız demiş oluyoruz.
Yani klasik yaklaşımdaki gibi, işçilerin yoksulluğu, sınıflar mücadelesi ve bu nedenle ayaklanması değil, işçiliğin yok oluşu kapitalizmin yıkılışına ve ona karşı ayaklanmaya yol açabilir.
Ulusların bakıcı ve ırkçı karakterine karşı isyanlar değil, ulusların ve ulusal devletlerin fiilen olanaksızlaşması ulusların ve ulusal devletlerin yıkılışına ve onlara karşı isyana yol açabilir.
Google birkaç yıl sonra sizin konuştuklarınızı istediğiniz dile çevirecek.
Blockchain teknolojisiyle hiçbir ulusal sınırı tanımadan istediğiniz yere para yollayabileceksiniz. Hatta belki ulusal devletler artık ulusal paralarla istedikleri gibi oynayamayacaklar. En küçük bir oynama, hiçbir devletin ve kimsenin kontrol etmediği yüzde yüz güvenli interneti tümüyle kapatmadıkça kimsenin engelleyemeyeceği kripto paralara kaçışla cezalandırılacaktır.
Bu gibi örnekler çoğultılabilir.
Çoğu kişi bu paradigma değişiminin farkında değil. Dolayısıyla bu yazıları biraz fantezi gibi okuyor.
Ancak durum hiç öyle değil.
Yeni kuşaklar bunu en iyi kavrayanlar olacaktır.
Aşağıda Demokrasi bağlamında zorunluluklar alemi ve özgürlükler alemi, yani bugünkü ifademizle toplum ve toplumun ötesi konusu.
15 Aralık 2017 Cuma
Demir Küçükaydın
Karar ve Yaptırım Olmayan Bir Toplumsal Var Oluş Mümkün mü?
(…)
Demokrasi, demokrasi olmayana göre tanımlanabilir. Tabii burada hemen, monarşı, oligarşi gibi kavramlar akla gelir ama bizim toplum kavramımız henüz sınıfları, iş bölümünü vs. içermiyor. Saf ve soyut bir toplum kavramımız var. Dolayısıyla herkesin eşit olduğu böyle bir toplumda monarşi ya da oligarşi olamaz. Birileri silahlı birileri silahsız olmadığından; birileri zengin birileri fakir olmadığından geneli ifade eden karar ve yaptırım ancak çoğunluğun onayını alırsa ve gönüllü olarak benimsenirse uygulanabilir. Dolayısıyla bu soyutlama düzeyinde, demokrasiyi demokrasi olmayandan ayırırken Oligarşi, Monarşi, Diktatörlük gibi kavramlar (ki aslında hepsi de politik kavramlardır, sosyolojik kavramlar değildirler ve biz burada demokrasinin sosyolojik bir tanımını yapmaya çalışıyoruz) hiçbir işimize yaramazlar.
Özetle şöyle bir paradoks söz konusudur, toplum bizzat doğa karşısında var oluşu sürdürebilmek için, parcanın bütüne tabi olduğu bir birlik iken, doğuşunda bu varken ve bugüne kadarki bütün toplumlar da böyle iken, parçanın bütüne tabi olmayacağı, ama yine de toplum olan fakat sürü olmayan bir var oluş mümkün müdür?
Demokrasi, sosyolojik olarak ancak böyle bir topluma göre tanımlanabilir.
Karar almanın ve yaptırımın, dolayısıyla zorun mümkün ve gerekli olmadığı, diğer bir ifadeyle demokrasinin mümkün ve gerekli olmadığı bir toplum olabilir mi?
Ancak bu sorunun cevabı bizi demokrasiyi demokrasi olmayandan ayırma, demokrasinin sosyolojik bir tanımına ulaşma olanağı sağlayabilir.
İşte bundan 150 yıl önce Karl Marks, demokrasinin tanımını tam da böyle yapmıştır. Ve bu tanım demokrasinin sosyolojik tanımıdır. Marks’ın tanımına göre: Demokrasi Zorunluluklar alemini var sayar, zorunluluklar aleminin ötesinde, yani özgürlükler aleminde ise yaptırım ve karar, dolayısıyla demokrasi hem mümkün hem de gerekli olmaktan çıkar.
Burada yıllar önce yazdığımız bu konu ile ilgili bölümü olduğu gibi aktaralım:
“Demokrasi ve Zor
En olağan ve biçimsel anlamıyla Demokrasi, azınlığın çoğunluğa uymasını prensip olarak kabul eden sistemdir . Bu en biçimsel demokrasi tanımı ister istemez demokrasinin olmazsa olmaz iki koşulunu ifade edilmemiş bir var sayım olarak içerir: zor ve özgürlükler.
Zor, yaptırım demokrasinin ayrılmaz bir koşuludur.
Tanım, azınlığın çoğunluğa uymasından söz ediyor.
Burada hemen şu soru akla gelir: "Ya azınlık çoğunluğa uymazsa?".
O zaman da uydurulması gerekir.
Nasıl?
Yaptırımlarla, zorla.
Zaten çoğunluk, çoğunluk olduğu için daha büyük bir güç, dolayısıyla da bir yaptırım yeteneği demektir, bırakalım silahı ya da hapishaneleri bir yana. Yaygın kanaatin aksine, demokrasi ve zor birbirlerine zıt kavramlar değildir, zor olmadan demokrasi olmaz.
Demokrasinin özü, azınlığın çoğunluğa uyması ve eğer uymuyorsa uydurulması olduğundan, Marksizm, özgürlükler aleminin zorunluluklar aleminin, yani demokrasinin, yaptırımların ÖTESİNDE sonsuz bolluğun bir alemi olabileceğini vurgular.
Marks, Sosyalizmin ilkesi olan "çalışmayana ekmek yok", "herkese emeğine göre" gibi prensiplerin, demokrasiyi ve zoru gerekli kıldığını vurgular ve özgürlük ve demokrasiyi birbirine zıt kavramlar olarak konumlandırır.
Bu kullanımda özgürlük, demokratik bir sistemin ayrılmaz parçası olan fikir, örgütlenme özgürlükleri gibi haklar değil, demokrasi gibi bir sistem anlamına sahiptir ve onun yani demokrasinin ötesinde var olabilir.
Ancak ekmeğin çalışma koşuluna bağlı olmadığı, "herkese ihtiyacına göre ve herkesten yeteneğine" göre ilkesinin geçerli olabildiği bir sistemde artık demokrasi yoktur. Çünkü azınlığın çoğunluğa uyma ve uydurulma mecburiyeti yoktur. Ve bu nedenle de zor yoktur.
Bunun nasıl bir şey olduğunu tasavvur edebilmemizi bize dil sağlar.
Herhangi bir dili konuşurken, sözcükleri herkes ihtiyacına göre ve yeteneği kadar kullanabilir.
Dilin kelimelerini kullanımda, özgürlükler alemi vardır. Belli bir kelimeyi kullanmak için belli bir emek miktarına gerek yoktur.
Ama insanların hayatları boyunca kelimeleri diyelim ki sadece onar defa kullanma hakları olsaydı, on defadan fazla kullanımları tespit etmek, kullananları cezalandırmak için bir zora gerek olurdu. Yani dil, özgürlükler aleminden, zorunluluklar alemine geri düşerdi. Ya da belli sözcükleri kullanmak belli bir ücrete tabi olsaydı, dil de demokrasi alemine, zorunluluklar ve yaptırımlar alemine düşmüş olurdu.
Bu, dildeki kelimelerin kullanımının sınırlanması veya ücrete tabi olması gibi, ilk bakışta okuyucunun "olur mu öyle şey?" diyebileceği saçma bir durumu gözlerimizin önünde sanal uzayda (“cyberspace”, daha bilinen deyimiyle İnternet) yaşıyoruz.
Sanal Uzayda her hangi bir bilgiyi, bir yazıyı, bir müziği, bir resmi, yani dijitalize edilebilen her şeyi, yani görme ve işitme duyularıyla kavranabilen her şeyi (belki ilerde dokunma da simulasyonlarla bu kategoriye girebilir) (bir bilgisayarı olup internete fazla telefon masrafı kaygısı olmadan girebilen gelişmiş ülkelerin orta gelirli bir yurttaşı için olanaklı bir durumdur bu), pratik olarak ihmal edilebilir bir emekle, yani bilgisayarınızın tuşuna basıp kopyala emrini vermekle, yine pratik olarak ihtiyacınız ölçüsünde çoğaltıp kullanabilirsiniz. Sanal Uzay, en azından belli bir toplumsal kesim için, digitalize edilebilir nesneler alanında, zorunluluklar aleminin ötesindeki özgürlükler alemidir teorik olarak.
Ama gözlerimizin önünde, sanal uzayın, tıpkı dildeki kelimelerin kullanımının ücrete tabi olması gibi, özgürlükler aleminden bir zorunluluklar ve yaptırımlar alemine çekilişini yaşıyoruz.
Burjuvazinin bütün çabaları bu emeksiz çoğaltma ve kullanma olanağını, ekonomi dışı cebir aracılığıyla ortadan kaldırmaya, sanal uzayı, özgürlükler aleminden zorunluluklar alemine düşürmeye yöneliktir. Tıpkı dildeki kelimelerin kullanımını bir defayla sınırlamak, ya da belli bir ücrete tabi kılmak ve bir emek karşılığı yapmak gibi.
Kapitalizmin dokunulmaz kutsal özel kişi mülkiyetiyle özgürlükler alemi bir arada yaşayamaz. Bir müziğin isteyence istenildiği kadar kopyalanıp dinlenebilmesi ve bunun yaratacağı toplumsal ruhsal zenginlik, o müziği yapanın bireysel maddi zenginliğine feda edilmektedir. Bu nedenle tıpkı bir kelimeyi kullanımın ücrete tabi kılınması gibi, kopyalamayı olanaksızlaştıran teknikler araştırılmakta, sanal uzay dışı zor aracılığıyla cezalandırmalarla, hükümetlerin kontrol çabalarıyla orası bir zorunluluklar alemi haline getirilmeye çalışılmaktadır.
Bu durum, bugün kullandığımız dildeki kelimeleri üretenlerin, ürettikleri kelimelerin başkaları tarafından kullanılmasını yasaklamalarına benzer. İnsanlık binlerce yıl böyle bir şeyi düşünmemiştir bile. Ama şimdi, birçok firma kendi adının kullanımını bile patente bağlayarak böyle bir durum yaratmaktadır.
Örneğin, yukarıda, "ekonomi dışı zor" kavramından esinlenerek, "sanal uzay dışı zor" diye bir kavram kullandık. Muhtemelen bu kavramı ilk kullananız. Bunun patentini alıp başkaları tarafından kullanılmasını yasakladığımız ve kullanmak isteyenin bize belli bir meblağ ödemesi gerektiği bir durum düşünelim. Tam böyle bir duruma denk düşmektedir bugün gözlerimizin önünde oturtulmaya çalışılan sistem.
(Buna karşı söz yerindeyse, şifreleri kıran, kontrolleri engelleyen programlar yazan (PGP); paralı programların yapabildiklerini yapabilen ama pratik olarak bedava olarak isteyenin kullanımına sunan, tıpkı bir dil gibi kolektif bir ürün olan programlar yazan (Linux) sanal uzay devrimcilerinin çabalarıyla bir gerilla savaşı verilerek, insanlık için bu alan bir özgürlükler alemi olarak korunulmaya çalışılmaktadır. Bu eşitsiz güçler savaşı ne kadar sürdürülebilir? Bilinmez. Ama bu öncülerin tüm insanlık adına bir savaş verdikleri unutulmamalıdır.)
Konumuz sanal uzayın ekonomi politiği olmamakla birlikte, demokrasinin özgürlükler aleminin berisinde, zoru zorunlu kılan bir alem olduğunu göze batırabilmek için; demokrasinin bir bolluk aleminde kullanılmaya kalkmasının ne kadar irrasyonel ve yoksullaştırıcı olduğunu göze batırabilmek için sanal uzayı ve dili bir örnek olarak aldık.
(…)
Felsefi ve Sosyolojik Özgürlük Kavramları
Özgürlük kavramı, Klasik Alman felsefesinde, "zorunluluğun bilince çıkması" olarak tanımlanır.
Bu anlayışın kökleri, doğa bilimlerindeki ilerlemenin yarattığı iyimserlikten kaynaklanır ve aydınlanmacı burjuva karakterdedir.
Daha önce Bacon tarafından formüle edilen, "doğayı itaat altına almak istiyorsanız ona itaat ediniz", yani doğa ancak doğa kanunları bulunup onlara uyularak kontrol altına alınabilir tarzındaki İngiliz ampirizminin bu formülasyonu, Alman felsefe geleneğinde daha sofistike bir ifadeye kavuşmuştur: “doğaya itaat etmek”, bir “zorunluluğu bilince çıkarmak” değil midir? İnsan doğaya itaat ederek onu itaat ettirebildikçe doğaya bağımlılığı artıp ondan özgürleşmemiş midir? O halde, “özgürlük zorunluluğun bilince çıkmasıdır!”
Marks, klasik Alman felsefe geleneğinden gelen bir düşünür olarak, zorunluluk ve özgürlüğün bu ilişkisi anlayışından beslenmiş ama onu aşmış ve onların ilişkisini felsefi değil, sosyolojik olarak tanımlamıştır: bu anlamıyla özgürlük, artık zorunluluğun bilince çıkması değil, zorunluluklar aleminin ötesidir: yani zenginliklerin gürül gürül aktığı; emeğin ortadan kalktığı; çalışmanın bir zorunluluk değil, ruhsal ve bedensel bir ihtiyaç, bir oyun olduğu bir dünyanın; diğer bir ifadeyle, "komünist toplumun üst aşaması" denen toplumsal sistemin özünün tanımıdır.
Özgürlüğün burjuva ufku içindeki kavranışında, özgürlük zorunlulukla bir arada, onun bilince çıkması olarak tanımlanırken, tarihsel maddecilikte özgürlük, zorunluluklar aleminin ötesindedir ve onunla bir arada olamaz.
Burjuva ufkundaki özgürlük kavramı felsefi olduğu kadar tarih ve toplum dışıdır.
Marksist özgürlük kavramı ise tarihsel ve sosyolojiktir.
Burjuva özgürlük kavramı felsefi bir kavramdır; Marksist özgürlük kavramı ise Sosyolojik bir kavramdır yani Tarihsel Maddeciliğin bir kavramıdır.”
Geleceğin Işığında Zorunluluklar Alemi
Yukarıdaki tanımdaki farkı yaratan toplum geçmişte hiç var olmadığından, demokrasinin tanımı ancak bir zihinsel deneyle, mantıki olarak, gelecekteki bir olanaktan hareketle yapılabilir.
Diğer bir ifadeyle, tarihteki başka biçimlerle kıyaslama içinde demokrasi tanımı, ancak gelecekte, demokrasi olmayana geçildiğinde, demokrasi artık bir sorun olmaktan çıktığında yapılabilir.
Yani demokrasinin tarihsel bir olgu olarak tanımı yapılabilir hale geldiğinde, insanların demokrasi tanımı yapma gerekleri kalmayacaktır.
Ne demek bütün bunlar?
Biz sosyolojiden (Marksizmden) biliyoruz ki, son duruşmada, üretici güçler ve üretim ilişkileri toplum biçimlerini belirler. O halde, demokrasinin, yani kararın, yani yaptırımın, yani zorun mümkün ve gerekli olduğu ve olmadığı koşulları toplumun bu temelinde aramalıyız.
Bugüne kadar tarihteki bütün toplumlarda yaşam ve üretim araçları emekle üretilirler.
Ama emek üretkenliğinin öylesine yüksek bir düzeyini var sayabiliriz ki, orada emek yok olur ve insanlar bir zorunluluktan ya da ihtiyaçtan dolayı değil, kendilerini gerçekleştirmek için gerçek zenginlikleri üretebilirler. Yani bir bakıma bir Cennet veya Yunan tanrılarının yaşadığı Olimpos gibi bir dünya var sayalım.
Böyle bir dünyada fiilen emek yok olur. Ama emek yok olunca, demokrasi de bir imkan ve zorunluluk olmaktan çıkar. Yani karar ve yaptırım da zor da ortadan kalkar. Zorunluluklar aleminin ötesinde özgürlükler alemine girilmiş olur.
Bugüne kadar yaşadığımız toplumların hemen hiçbiri böyle değildir ama böyle olmaması bunun olanaklı olmadığı anlamına gelmez.
Toplum denen varoluş ve hareket biçimi, şunun şurası yetmiş bin yıldır var.
Bunun altmış bini, kıtlık içinde avcılık ve toplayıcılıkla geçti.
On bin yıldır, başka yerlerde daha da kısa zamandan beri, bitki ve hayvanlar ehlileştirildi, ilk köyler ve yerleşiklik ortaya çıktı.
Beş bin yıldır sınıflar ve uygarlık ve devlet var.
Beş yüz yıldır da kapitalizm.
Aslında bu son derece kısa bir tarihtir. Bir an için insan türünün kapitalizmi yok ettiğini ve böylece birkaç yüz yıl içinde bir çevre felaketi veya bir nükleer savaş felaketinden kurtulduğunu, planlı bir ekonomiye geçtiğini var sayalım.
Bu durumda birkaç yüz yıl içinde insanlık emeğin artık yok olduğu, dolayısıyla zorunluluklar aleminin ötesindeki özgürlükler alemine geçmiş olur.
Bu şu demektir: eğer kozmik (Bir göktaşı çarpması) veya Jeolojik (Bir süper volkan patlaması) gibi bir felaket olmazsa, toplum denen varoluş tarzının daha yüz binlerce veya milyonlarca yıl yaşayacağını (ve bu kadar yaşadıkça başka gezegenlere de yerleşebileceğinden ve bu kozmik felaketleri de bir ölçüde aşabileceğinden dolayı) var sayabiliriz.
Örneğin beş yüz bin yıl sonra, şimdiye kadarki bütün tarih aslında insanlık tarihinin bir tarih öncesi ve kısa bir dönem olarak görülebilir. O halde, geleceğin özgürlükler aleminin toplumunda yaşayan insanlar için demokrasi, tıpkı bizler için, kıtlıkta “yamyamlığın” veya çocuk kurban edilmesinin çok eskilerde kalmış artık hatırlanmak bile istenmeyen bir aşama olarak görülmesi gibi görülecektir.
Toplumsal yaşam, zorunluluklar ve özgürlükler alemi diye birbirinden temelden farklı iki ayrı döneme ayrılabilir. Özgürlükler aleminde, demokrasi bir imkan ve gereklilik olmaktan çıkar. Demokrasi ancak zorunluluklar aleminde var olur.
İşte Marks, demokrasiyi sosyolojik olarak tam da böyle tanımlar.
Marks, toplumun tarihini zorunluluklar ve özgürlükler alemi olarak iki birbirinden temelden farklı döneme ayırır. Ve bu dönemlerin farkını, birbirinden ayrılığını belirleyen son duruşmada üretici güçlerin gelişme düzeyi ve üretim ilişkileridir.
Marks, emek üretkenliğinin henüz yeterince gelişkin olmadığı; kafa ve kol emeği gibi işbölümünün henüz var olduğu; insanların toplumdan emekleri ölçüsünde pay aldığı, dolayısıyla çalışmayana ekmek yok ilkesinin geçerli olduğu sınıfsız ve eşitlikçi ama henüz zorunluluklar alemindeki toplum ile; emek üretkenliğinin çok yüksek olduğu, fiilen emeğin yok olduğu, zenginliklerin gürül gürül aktığı, emeğin kadar alıp vermediğin, ihtiyacın kadar alıp yeteneklerin kadar verdiğin, dolayısıyla zorunlukular aleminin ötesindeki özgürlükler alemini birbirinden ayırır.
Özgürlükler aleminde karar ve yaptırım ortadan kalkar, ama buna rağmen artık tekrar sürü durumuna dönülmüş değildir. Bu toplumun, toplumsal var oluşun değişik ve yeni bir aşamasıdır.
Sürü de, sürü karşısındaki karmaşık birlik olarak toplum da, zorunluluklar alemindedir.
Ama özgürlükler alemi, zorunluluklar aleminin ötesindedir. Demokrasi olmayan zorunluluklar aleminde, sürü olmaya karşılık düşer.
Demokrasinin olanaksız ve gereksiz olduğu özgürlükler alemi ise, insanların adeta Cennet’deki gibi bir yaşama geçişi anlamına gelir.
Yani yine Marks ve Engels’in deyişiyle özgürlükler alemine geçiş, hayvanlığın son aşamasından, tarih öncesinden çıkıştır.
Demir Küçükaydın
[email protected]
Bloglar:
https://steemit.com/@demiraltona
https://demirden-kapilar.blogspot.de
Video:
https://www.youtube.com/user/demiraltona
Podcast:
https://soundcloud.com/demirden-kapilar
İndirilebilir kitaplar:
https://drive.google.com/open?id=0BxCB_Gtx8VYAcDREeTJVLW93MjA
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Bu rasim şuradan alındı: https://demirden-kapilar.blogspot.de/2017/02/demokrasi-ve-ozgurluk-nicin-bir-arada.html
Değerli yazar arkadaşım alinti yapmak istediğiniz veya kaynak gostermek istediğiniz zaman editorden yardim alabilirsiniz. Alinti yerleri ' >' bu sekilde gosterebilirsiniz. Sevgiler
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Çok teşekkür ederim. Editör kim. Ona nasıl baş vurulur vs. hiç bilmiyorum. Bir de zamanım yok. yazılarımı hemen yayınlamak istiyorum. Nasıl olur nasıl yaparım bilmiyorum. Sanırım bu zararlı bir biçim değildir.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Editor zaten yazi yazarken sag ust kosede cikiyor ona tıkladığınızda yazim stili alinti vs duzeltebiliyorsunuz. Tercih meselesi tabiiki ☺
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit