Sabah uyandığımda Öcalan’ın tarafsız kalın çağrısı yaptığından, HDP’nin bölünden söz eden yazıları, twitleri görünce doğrusu şaşırdım. Öcalan’ın dese dese “HDP’nin kendi organları vardır, bağımsız bir partidir, onlar kararını kendi verir” tarzından bir şiyler söyleyeceğini ama esas vurgusunu her zaman olduğu gibi stratejik yönelişlere yapacağını düşünüyordum.
Sonra haberleri daha ayrıntılı okuyunca Doç. Dr. Ali kemal Özcan isimli birinin bu yönde açıklamalar yaptığını görünce şaşırdım. Acaba yeni bir Avukatı mı diye düşündüm. Ama bir TV programında konuştuğunu öğrendim. Bu isim yabancı gelmiyordu. Sonra bir arama yaptım. Birden bire yıllar önce (2005) Köxüz sitesini kurduğumuzda bir ilişkimiz olduğunu, kendisiyle devletçi görüşleri nedeniyle yazarlığını kestiğimizi hatırladım.
Elektronik çağındayız. Çok şey silinerek yok oluyor. Ama yine de bir şansımı deneyeyim, bir zamanlar Köxüz sitesiyle ilgili yazışmalar arasında onunla yazışmalarımız duruyor mu diye baktım. Çok şükür yazışmalar kaybolmamıştı.
Aşağıya Ali Kemal Özcan’a yazdığım iki mektup ve onun bana cevabı bulunuyor. Bu mektupları okuyanlar nasıl bir insan karşısında bulunduklarını daha iyi değerlendirebilirler.
Az önce de Öcalan’ın avukatlarının açıklamasını okudum. Onlar tam da tahmin ettiğim gibi Öcalan’ın “siyasi bir parti olarak HDP’nin çalışmalarını HDP’nin kendisinin yaptığını ve kararlarını da HDP’nin vereceğini belirtmiştir” açıklamasını yapmışlar.
Fazla söze gerek yok.
Ali Kemal Özcan7a yazılmış iki mektup ve Onun cevabı aşağıda. Bu gibi insanların siyasi ve ideolojik konumlarının ne olduğu ve nasıl değerlendirilmesi gerektiği, böyle kritik bir durumda aniden öne çıkarılışları hakkında herkes okuduklarına göre kolaylıkla fikrini oluşturabilir.
Ali Kemal Özcan’a Birinci mektup:
Merhaba Sayın Kemal Özcan,
Kusura bakmayın. Üç gündür arkadaşım ağır hasta onunla meşgulüm. Ve evde değilim hiçbir dosyam da yanımda değil. Dolayısıyla mektubunuzu şu an okumam da mümkün değil. Şimdi başka yerden internete girdim. Benim arkadaşım başka şehirde yaşıyor.
Gerçi çok garip bir durum da oluştu. Sanki siz görüşmek istiyorsunuz da ben sallıyormuşum gibi. Emin olun öyle değil. Ancak ben şu sıra Köxüz sitesi ve dergisiyle aşırı meşgul olduğumdan, ki bu iki girişimin bence büyük önceliği var, sizi daha önce arayamadım. Hep ha bugün ha yarın dergi çıkar ondan sonra okur yoğunlaşırım diyordum ama böyle böyle neredeyse bir aydan fazla zaman geçti. Hep birtakım aksilikler çıktı onların çözümü için uğraşmak gerekti. Bu nedenle elde olmayan bu durumlardan doğan böyle bir görünümün yanıltıcı olabileceğini göz önüne almanızı dilerim
Bu kısa açıklamadan sonra en azından maille bir diyaloğun kapısını açmayı deneyeyim.
Bu arada bir okuyucunun uyarısı üzerine bir süre önce sizin adınızı Sarp Kurayların sitesi olan Yeni Yol sitesinde gördüm. Doğrusu hayal kırıklığına uğradım. İki yönden.
Birincisi, Sarp Kuray'ın bildiğim kadarıyla devrimci demokrasiyle pek bir ilgisi bulunmamaktadır. (Politika dışı oldukça sorunlu ilişkileri de ayrıca başka bir konu.) O devlet partisinin çıkarlarının nasıl daha iyi korunacağıyla ilgilidir ve o bağlamda Kürt sorunu ile ilgilenmektedir. Yalçın Küçük'ün başka bir versiyonu gibi görülebilir. Biz ise onların korumak ve yaşatmak istediğini ortadan kaldırma hedefindeyiz. Bu, Orta Doğu İçin Demokrasi Manifestosu'nda son derece açık olarak ifade edilmiş bulunmaktadır.
Elbette, politikada taktik olarak, en güvenilmez ve hatta karşı olan güçlerle bile zaman zaman iş birlikleri olabilir. Ama bu teorik ve politik çizginin herhangi bir muğlaklaşmasına yol açmamalıdır. Yazı ve fikir ise, mahiyeti gereği teori ve politikayla ilgili olduğundan, hiçbir şekilde iş birliği yapılamayacak alanlardır.
Ayrıca bu (Ortadoğu Demokrasi Manifestosu), bizim, tabiri caiz ise, asgari programımızdır.
Biz ki bu programı bile, dünya ölçüsünde düşünüldüğünde, gerici hatta ırkçı bir program olarak görmekteyiz. Bu program sadece kendisine karşı mücadele edilebilmek için bir manivela anlamına sahiptir.
Ama elbette Köxüz yazarlarından sosyalist programı ve hedefleri benimsemesini beklemiyoruz, ama bunun için devrimci demokrasi asgari bir koşuldur. Yani ulusun tanımından her türlü din, dil, etni, soy, tarih göndermesinin ortadan kaldırılması. Pahalı, baskıcı, bürokratik, militer devlet cihazının tasfiyesi ve tüm iktidarın her düzeyde tümüyle özgürce seçilmiş organlara geçmesi olarak özetlenebilir bu.
Yani biz Türk devletini ve ulusunu ortadan kaldırmayı asgari bir program olarak görüyoruz ve ancak politik olarak Türklüğün ve Türk devlerinin olmadığı yerde Kurtluğun veya başka benzeri bir göndermenin de politik anlamına gerek olmayacağını düşünüyoruz. Bunu çok açık olarak her noktada belirtiyoruz.
Durum buyken Köxüz'e yazan bir yazarın aynı zamanda tam zıddı bir programı savunan bir çizginin sayfasında yer alması düşündürücü ve rahatsız edici.
İkincisi Köxüz sitesinde yayınlanan yazılarınız daha önce orada da yayınlanmış. Bunu önceden söyleyebilirdiniz. Doğrusu zor bir durumda kaldık.
Bence Köxüz'e mi Yeni Yol'a mı yazacağınız konusunda bir karar vermeniz gerekiyor kanımca. Elbette Yeni Yol devrimci demokratik bir programı savunan bir çizgide olsaydı iki farklı yerde yazmanız bizim için bir sorun oluşturmazdı, ama şimdi birbirine byolesine zıt hedefleri olan ve zıt konumdaki toplumsal güçler için mücadele eden iki sitede aynı anda yazmak elbette bir problem oluşturmaktadır.
Bu konuyu burada kapatıp iş birliği olanakları üzerine bir başlangıç yapayım.
Gerçi Öcalan'a mektubunuzu henüz okuyamadım ama Köxüz sitesinde yer alan iki yazınızı okudum. Elbet birçok yargı bakımından yaklaşık ve yakın olan yanlar bulunmakta ama aynı ölçüde çok uzak konumlanışlar da bulunmaktadır.
Örneğin teorik ve programatik temellerimiz tamamen farklı. Ben en azından bir Marksistim. Sizin yazılarınızdan edindiğim izlenim ise bir Marksist olmadığınız. Örneğin "biz" zamirini kullanışınız, hiç bir zaman bir Marksistin kullanmayacağı çok rahatsız edici anlamlar içeriyor.
Ama muhtemelen siz de Marksist olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz. O zaman ben de size, Özellikle Beşikçi Eleştirisi kitabını okumanızı önereceğim.
Siz Öcalan'a mektubunuzu acele okumamı öneriyorsunuz. İlk fırsatta yapacağım daha da önce belirttiğim gibi.
Müsaade ederseniz ben de size, Ortadoğu İçin Demokrasi Manifestosu adlı metni önereceğim. Bu program hakkında ne düşünüyorsunuz?
Program konusunda ne ölçüde anlaşıldığı, elbette taktik ve örgütsel sorunlardan önce gelir. Köxüz sayfalarında çıkan yazılarınız daha ziyade taktik ve örgüt konularında yoğunlaşıyor ve programatik ve stratejik konularda belirsizlik var. Hatta bu belirsizlik, Yeni Yol ile yakınlıklar göz önüne getirildiğinde daha da dikkati çekici oluyor.
Böyle bir program, ki biz onu aynı zamanda dünyanın problemleri söz konusu olduğunda gerici bir program olarak da görüyoruz, hakkında düşüncelerinizi de ben de bilmek isterim.
İsterseniz şöyle yapalım. Ben Sizin Öcalan'a mektubunuzu okurken eğer zamanınız varsa siz de Beşikçi eleştirisi ve Ortadoğu Demokrasi Manifestosu'nu okuyun. Böylece düşündüklerimiz hakkında daha doğrudan bilgi sahibi olabiliriz; daha verimli bir diyalog sürdürülebilir ve iş birliği olanakları hakkında daha net görüşler oluşabilir.
Elbette sizinle tanışmak ve görüşmek isterim. Ne var ki, ben oralara gelemiyorum. Eğer yolunuz bu tarafa düşerse veya imkânınız varsa Hamburg'a beklerim. Misafirim olursunuz.
Selam ve Saygılarımla
Demir Küçükaydın
Ali Kemal Özcan’a İkinci Mektup ve Ali Kemal Özcan’ın Cevabı
Amaçlarımız ya da Ali Kemal Özcan'a Mektup
Bir süre önce kısa bir süre Köxüz yazarları arasında yer alan Ali Kemal Özcan'a Köxüz yazarı olarak sayfamızda yer veremeyeceğimizi bildiren ve bunu politik olarak gerekçelendiren bir mektup yazıp kendisine yolladık. Bu mektup Özcan'ın kendisine yazıldığından yayınlamayı düşünmüyorduk.
Ne var ki Ali Kemal Özcan bu mektubu alınca İnternette bu mektuba kendi cevabını yayınladı. Ama bu cevabında yolladığımız mektuptan yer yer alıntılar olmakla birlikte mektubumuzun kendisi bulunmuyordu. Bu durumda Ali kemal Özcan'a yolladığımız mektubu okuyucuların objektif bir fikir sahibi olabilmesi ve konu hakkında doğru bir karar verebilmesi için yayınlamak şart oldu.
Aşağıda Ali Kemal Özcan'a yolladığımız mektubu ve Onun karşı yazısını bulacaksınız. Değerlendirmeyi siz yapın.
Saygılar
Köxüz
Merhaba Sayın Ali Kemal Özcan,
Aslında bu mektubu size daha önce yazmam gerekiyordu. Ancak gerek sağlık sorunları, gerek son politik gelişmeler nedeniyle, "ha bugün", "ha yarın" derken gecikti ve şimdi sizden gelen mektupla ertelenemez bir hal aldı.
Bildiğiniz gibi Köxüz'u onun dayandığı programı (Ortadoğu İçin Demokrasi Manifestosu) benimsemiş ve bunu gerçekleştirmek isteyen insanlar çıkarmakta ve son duruşmada bu insanların onayı ile yapılanlar yapılmakta veya yapılmamaktadır.
Bu grupta sizin durumunuz iki nedenle gündeme geldi.
Birincisi Pınar Selek ve Ülkede Özgür Gündem'le ilgili yazınız ("Doktooor") nedeniyle. O zaman bu gibi tartışmaların Köxüz sayfalarında yapılmaması ve yazınızın yayınlanmaması eğilimi belirdi ve yazınızı yayınlamadık. Ancak o sıra ben başka yerde olduğumdan bunu size kimse bildiremedi.
Daha sonra "Kamuoyuna Açıklama"nız vesile olarak, sizin yazarlığınız konusu tekrar gündeme geldi. Ve sizin yazarlığınızın Köxüz'le bağdaşmayacağı görüşü genel kabul gördü.
Bunu gerekçeleriyle iletmek de benim görevimdi ama dediğim gibi sağlık ve politik gelişmeler nedeniyle daha önce bildiremedim. Şimdi bildiriyorum.
Gerekçelere gelince.
Birincisi sizin amaçlarınızla Köxüz'un amaçları kesinlikle uyuşmuyor ve karşı kutuplarda duruyor. Her ikisinin de Öcalan'a yüklediği önem benziyor ama bu sadece yanıltıcı bir benzeşmedir. Sizin Öcalan konusundaki tavrınızın kaynağında "Türkiye'nin bölünmesini" engelleme, bu bölünmeyi engelleyebilecek bir güç olarak Öcalan yatıyor.
Bizim için ise "Türkiye'nin bölünmesi" veya bölünmemesi diye bir sorun yok. Biz bir tek köyün bile bölünebileceği, hiç bir bürokratik ve askerçil yani bulunmayan, iktidarın gerçekten halkın elinde bulunduğu bir Demokratik Cumhuriyet'i hedefliyoruz. Yani tabiri caiz ise, "Türkiye"yi yüzlerce parçaya bölünebilir yapmaya çalışıyoruz. (Daha net anlaşılması için böyle ifadeler kullanıyorum, çünkü biz sorunları bölünüp bölünmeme paradigması içinde ele almıyoruz.) Keza bir ulusun tanımından dil, din, etni, soy, tarih gibi şeyleri dışlayarak Türkiye'yi bırakın "bölünme"yi bir yana "yıkma"ya, "yök etme"ye çalışıyoruz. Yani biz Türkiye adının Türkiye olmasının bile karşısındayız. Bu fark aşağıdaki satırlarınızda çok açık görülebilir. Bizim temel amacımızı ifade eden programda ise böyle bir tek söz göremezsiniz.
"Bu anlamda Öcalan, Türkiye’nin bölünmesinin de bütünleşerek sıçramasının da tek stratejik ve pratik gücü olarak herkesin önünde duruyor. Türkiye’nin bölünmesini gerçekten istemeyenler! Dikkat, dikkat, dikkat.."
(Aslında sizin yazarlığınız, sizi tanımadan Pınar hanımın sizi çok övmesiyle gerçekleşmişti. Biz kendi ölçülerimiz açısından bir değerlendirmede bulunmamıştık. Bunu yapmamakla hatalı olduğumuzu ve daha baştan sizin görüşlerinizi inceledikten sonra yazarlık konuşunda bir karar vermemiz gerektiğini kabul ediyorum. Bu her iki taraf için de zaman ve enerji tasarrufu sağlardı.)
Bir Türk - Kürt savaşına, bir etnik savaşa karşı olmak başkadır; bölünmeye karşı olmak başkadır. Örneğin, şu an bir mucize olsa Türkiye’deki iktidar, Kürdistan'daki insanlar serbest bir oylamayla Türkiye ile birlikte yaşayıp yaşamayacaklarına karar versinler dese ve Kürtlerin ezici bir çoğunluğunun ayrılmaktan yana oy kullanacağı bilinse, "Türkiye'nin bölünmesini istemeyenler" buna karşı çıkar ama böyle, barışçıl, demokratik ve özgürce bir ayrılış veya "Türkiye'nin Bölünmesi" bizler için hiç bir sorun oluşturmaz, aksine biz böyle bir bölünmenin koşullarını yaratmaya çalışıyoruz bir bakıma. Bizim için sorun Türkiye'nin hala Türklükle ve o zaman da Kürdistan’ın Kürtlükle tanımlanması olmaya davam eder. O zaman biz aynı maddeden yapılmış iki devlete karşı mücadeleye devam ederiz.
Siz Türkiye'nin bölünmesini istemiyorsunuz. Siz de Genel Kurmay veya Kızıl Elmacılarla aynı amaçları paylaşıyorsunuz. Onlarla bunun için öngördüğünüz yollar farklıdır. Onlar Kürtlerin imha ve inkârı temelinde bunu yapmak isterken, siz bunun Öcalan'ın yardımıyla, kendini Türklük ve Kürtlükle tanımlamış bir devlet hedeflenerek engellenebileceğini düşünüyorsunuz. Siz onlarla amaçlarınız ortak bu amaçlar için ön gördüğünüz yollarınız ayrı.
İşin ilginci Öcalan'a karşı olan Türk Solu da Öcalan'ın tam da sizin dediğiniz ve arzuladığınız gibi bir politikanın aracı olduğunu söylediği için, PKK ve Öcalan'ın politikasını ve hareketini desteklemiyor. Biz de bu noktada onları, bu görünüşe aldanmakla eleştiriyoruz. Kürt hareketinin devrimci ve demokratik karakteri olduğunu söylüyoruz. Ve siz aslında bu noktada da, Öcalan hakkında, bizlerin mücadele ettiği anlayışı savunuyorsunuz.
Elbette Öcalan, çaresiz ve ezilen bir ulusun temsilcisi ve akıllı bir politikacısı olarak, karşı güçler arasındaki en küçük bir çatlaktan yararlanmak, karşı güçleri tereddütte bırakmak, on yargılarını yıkmak vs, gibi amaçlarla sizlerin kendi politika ve davranışlarınıza kanıt gibi gösterdiği sözleri etmektedir. Biz bunu anlıyoruz ama bunların onun politika ve amaçlarının özünü oluşturmadığını düşünüyoruz. Ayrıca biz Marksistiz ve Öcalan'la aynı hedef ve ideolojiyi paylaşmıyoruz. Öcalan sosyalizme kapalı olmamakla birlikte esas olarak bir devrimci demokrattır. Onun böyle bir politika ve taktikler izlemesi bizler açısından anlaşılabilirdir ama bu bizlerin öyle davranacağı anlamına gelmez. Bizim yolumuz ayrıdır.
Sanırım bu yazdıklarım yeterince açık olarak sizin Köxüz yazarları arasında yer alamayacağınız konusuna bir açıklık getirmektedir.
Ama ek olarak iki konuyu daha belirteyim. Siz Sarp Kuray'ların sayfasında zaten burada yayınladığınız yazıları yayınlıyorsunuz. Sarp Kurayların amacı da tam da sizin amaçlarınızdır. Yani aslında yerinizi bulmuş durumdasınız ve yazılarınızı orada yayınlamanız uygundur. Ama orada yazan yazarların da bizim sayfamızda yeri yoktur. Bu konuyu daha önce de belirtmiştim. Ama anlamak istememiş ve bizleri bir araya getirmekten falan söz etmiştiniz. Dediğim gibi faklı ve zıt amaçlarımız var politik olarak. Diğer sorunları (ideolojik, devrimci geleneklerle bağdaşmayan) bir yana bıraksak bile böyle bu.
Ama politikada birbirine en zıt konum ve çıkardaki güç ve kişiler arasında, zaman zaman geçici ortak amaçlar nedeniyle iş ve güç birlikleri yapılabilir elbette. Buna kapıyı kapamamak gerekir. Ama bunun yapılabilmesi için de ayrılığın çok açık ve net olarak bilincinde olmak gerekir. Dolayısıyla ideolojik ve politik farklılığın netçe koyulması. Sizin bizlerin sayfasında da yazıyor olmanız bizler açısından bu netliği yok etmektedir.
Son bir nokta. Bu tamamen sizinle ilgili. Belki söylememem gerekir ama başkalarının söylemeyebileceğini düşünerek yine de belirtmemin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Kendinize çok hayransınız ve çok itici bir üslubunuz var. Bu sadece benim değil hemen herkesin gözlemi. Kanımca daha az iddialı, daha mütevazı, kendinizi öne çıkarmayan, hep haklılığınızı vurgulamayan bir üslupla yazmanız sizin kendi amaçlarınız açısından size daha çok yardımcı olabilir. Eskiler ne derler? "Üslubu beyan aynıyla insan". Frenkçeden tercümesiyle: "Üslup insanın kendisidir."
Elbette görüşleriniz ve amaçlarınız değişirse, (ve dediğim gibi başka bir üslupla yazarsanız) sizi yazarlar arasında görmekten mutlu oluruz. Ama zaten o Ali Kemal'in bu Ali Kemal ile politik, teorik ve ruhsal bir benzerliği olmayacaktır aynı bedende olmalarına rağmen.
Yazarlar arasından adınızı çıkaracağım. Elbette bu karara karşı görüşlerinizi veya başka yazılarınızı Forum veya Yorumlara her site ziyaretçisi veya üyesi gibi yazabilirsiniz.
Ama yazar olarak Köxüz sayfalarında yazmanızın uygun olmadığını düşünüyoruz.
Şimdiye kadar bunu bildiremediğim için tekrar özür dilerim.
Selam ve saygılarımla
Demir Küçükaydın
Ali Kemal Özcan’ın yukardaki mektuba verdiği ve internette yayınladığı cevap aşağıdadır. Özcan bu yazısını Yeniyol sitesinde yayınlamış bulunuyor.
Köxüz
(Ali Kemal Özcan’ın Cevabi Yazısı)
Terbiyenin Sefaleti
Bir kendini-hiç-bilmez, şahsıma mektup biçiminde gönderdiğı "Köxüz yazarlığı"m "bildirme"sinde, yazdıklarını şöyle sonlandırıyor:
"Elbette görüşleriniz ve amaçlarınız degişirse, (...) sizi yazarlar arasında görmekten mutlu oluruz. Ama zaten o Ali Kemal'in bu Ali Kemal ile politik, teorik ve ruhsal bir benzerligi olmayacaktır aynı bedende olmalarına rağmen."
Doğrusu, mektubun şu ”sonuç”una gelene kadar bütün kendini bilmez ukalalığına rağmen saygıda kusur etmeyen dikkatimle bir kısa ”teşekkür” yazma düşüncesiyle bu terbiyesizin yazdıklarını sabırla okudum. Ama bu kadar pervasızca terbiyesizleşen birine "hakkı"nı vermemek de bu terbiyesizliğe (terbiyesizliğin en çökmüşü olan ikiyüzlülüğe) düşmek olacaktı. Dahası, bu terbiyesizliğe bu cesareti veren saygılı üslubum en hoyratça tepelenmeye devam edilecekti? Buna fırsat veremezdim.
Peki; benim saygıda ısrar üslubumu, ”Köxüz’de ‘yazar’ kalabilmem için ruhumu, 30 yıllık politik-teorik varlığımı, sadece bedenim eski bedenim kalacak kadar her hale sokabilirim, başkalaştırabilirim” şeklinde mi anladın be hey hem terbiyesiz hem kendinitümdenkaybetmiş adam? Saygıya azami dikkat eden bir dili hangi ruhhali bu kadar vahşice ”tercüme” eder? Kaldı ki, ben, kendi çapımda da olasa, sosyologum. Yazar, çizer, okurum. Köxüz’ün ne durumda olduğuğunu bilmiyor muyum? Yazarlarının kaçta kaçının nezaman, nekadar, nasıl yazılar gönderdiklerini anlayamaz durumda mıyım? Senin kendini aldatman içın sebep olabilir. Benim olmaz, olmamak zorunda. Bu durumunuzu bilerek, kendimden feragat ederek, şevkinizin kırılmamasına destek anlamaında yazılarımı göndermeyi sürdürüyordüm. Ve fakat, tabii ki, bu terbiyesizliği baştan bilemezdim.
Devam edeyim: Demir Küçükaydın, Köxüz sitesinde ”yazar” olamayacağımı ”açıklama” görüntüsü ile şahsıma yazdığı terbiyesizliknamesinin sonunu yukarıda aktardığım iki cümle ile "sonuç"landırıyor. Yani Ali Kemal, ”bedeni hariç kendisini Ali Kemal olmaktan çıkarırsa kendisini "Köxüz yazarları" arasında görme şansına erebilecekmiş. Halbuki kısaca: "Kusurumuza bakma, biz artık beraber bir sitede yazamayız, görüşlerimiz farklı, site de bizim olduğuna göre seni ayıracağız" denemez miydi? Yok: "Bedenin kalsın, diğer bütün Ali Kemal’i kendinden çıkarırsan seni aramızda görmekten mutlu oluruz”..
Peki bir insan neden/nasıl bu kadar kendini kaybeder? Neden/nasıl bu kadar saygı ile kendisine yazan birine karşı bu kadar terbiyesizliğin tepesine tırmanır?
Burada ruhumu ve insan denen varlık üzerine bütün bildiklerimi/bilmediklerimi zorlayan şudur: Herhangi bir insanın bu kadar bütün edep iplerini koparan bir terbiyesizliğıne, hangi ruhhali sebep olur?
Bu soruya aradığım cevapta, çok şey söyleyebilecek olmama rağmen, okuyucuyu fazla psikolojik analizlerle yormadan, kendisine yazdığım iki mektubu, o mektuplardaki üslubumu, saygımı veya ”kendime hayran”lığımı okuyucuya bırakacağım. Dokunmadan aktaracağım. (İnceleme yapmak isteyen araştırmacı-okuyucu için ayrıca sunulacaktır) Ama ondan önce, bu dondurucu soğukluktaki terbiyesizliğın Abdullah Öcalan ve ”Türkiye’nin bölünmesi" ile ilgili ne hal aldığını da kendi cümlelerinden aktarmalıyım.
"Siz Turkiye'nin bolunmesini istemiyorsunuz. Siz de Genel Kurmay veya Kizil Elmacilarla ayni amaclari paylasiyorsunuz. Onlarla bunun icin ongordugunuz yollar farklidir."
Eğer bu bir terbiyesizlik-ötesi terbiyesizlik değilse, adım başı ”biz Marxistiz” diyen biri, Türkiye’nin bölünmesini istememeyi nasıl ”Genel Kurmay ile aynı amaçları paylaşma” sonucuna götürür? Marxizmin diyalektik kavrayışının neresiyle böyle bir tekil tavır ortaklaşması ile bu kadar genel çoğul ”amaçlar” ortaklığı sonucuna varılır? Lenin’in Mustafa Kemal ile 191920 lerdeki bir ”ortak amaç” üzerinden ittifakı, bir Marxisti, Lenin ile M. Kemal’in ”aynı amaclar”ı paylaştığı sonucuna götürür mü? Bu tam da ilkel ve ilkel-ötesi Kürt milliyetçilerinin Öcalan için ”Genelkurmayla çalışıyor” demesinin bir başka versiyonu değil mi?
Şu anlaşılıyor: bu kişi ya Marx’ın sadece eserlerinin içindekiler listesindeki konu başlıklarını okumuştur, ya da amuda kalkarak okumuştur. Ancak bu şekildeki bir ”okuma” bir kişinin aklını bukadar bokuna karıştırır. Ayrıca, Türkiye’nin bir etnik Kürt-Türk çatışması ile bölünmesinden bir sosyalistin bir Marxistin kazanacağı nedir? Karşılıklı bir etnik milliyetçilik boğuşmasına/şahlanmasına götürecek bir bölünmeden bir sosyalistten daha fazla kim korkabilir? Hani sen milliyetçiliğe karşıydın? Milliyetçiliğe karşı olan biri, millyetçiliğin gelişmesinden korkmaz mı? Tabi bekâra karı boşamak kolay.. Marxist’imiz Almanya’da ev kirasını ödetecek, günde üç övün yiyebilecek bir ”devlet desteği” ile kalan ömrünü tamamlar. Böyle bir bölünmeden kadim Anadolu ve Mezopotamya halklarının onyıllara yayılacak boğazlaşmaları Marxist’imizin umrunda değil. Biz Türkiye’nin böyle bir bölünmesinden öcü gibi korkarız. Ve tam da sosyalist ruhumuz ve perspektivimizle korkarız.
Öcalan da, Marxist’imize göre, bu konuda ”çaresiz”miş, çaresizliğinden taktik yapıyormuş:
"Elbette Ocalan, caresiz ve ezilen bir ulusun temsilcisi ve akilli bir politikacisi olarak, karsi gucler arasindaki en kucuk bir catlaktan yararlanmak, karsi gucleri tereddutte birakmak, on yargilarini yikmak vs, gibi amaclarla sizlerin kendi politika ve davranislariniza kanit gibi gosterdigi sozleri etmektedir. Biz bunu anliyoruz ama bunlarin onun politika ve amaclarinin ozunu olusturmadigini dusunuyoruz."
Öcalan’ın çaresiz olduğunu ve taktik yaptığını söylemek, sadece kendini bilmez bir terbiyesizlik ve ukalalık değil, aynı zamanda onun tecritinin devami için hinoğluhince çalışmaktır. Oysa Öcalan tam da bu konuda partisini bile hedefleyerek İmralı’dan bağırıyor, döne-dolaşa çağırıyor:
"Benim demokratik çıkışım tarihidir. Devlet biliyor. Hatta AKP uygulamaya çalışıyor. Ama PKK’nin anladığını sanmıyorum. Altı yıldır APO taktik yapıyor diyorlar. Öyle taktik değil, temel politik bilincimi özetliyor. Bu konularda çok ciddiyim. Ben bazen bir kelime, bir cümle üzerinde elli defa duruyorum, çok ciddi duruyorum. Beni şeyh yerine koyuyorlar. Benim bilimsel bir temelim var. Tarihsel dönemler üzerinde ciddi bilimsel düşünüyorum, çok yoğunlaşıyorum. ... Türkiye hakkında söylediklerim, kullandığım bütün kavramlar bilimseldir." (Görüşme Notları, 15 Aralık 2004)
Marxist’imiz bununla da hızını alamıyor, kendisini Marxist’liğin köşe balkonunda tutarken, Öcalan’ı da ”sosyalizme kapalı olmayan” bir ”devrimci demokrat” olmasına ancak izin veriyor:
"Ayrica biz Marksistiz ve Ocalan'la ayni hedef ve ideolojiyi paylasmiyoruz. Ocalan sosyalizme kapali olmamakla birlikte esas olarak bir devrimci demokrattir. Onun bolye bir politika ve taktikler izlemesi bizler acisindan anlasilabilirdir ama bu bizlerin oyle davranacagi anlamina gelmez. Bizim yolumuz ayridir."
"Kendini tanı” (know yourself) Socrates felsefesinin aynı zamanda sosyalist felsefenin ”kök hücre"sidir. Ey Marxist’imiz! Sen yıllarca, Öcalan’ın yaratılmasına sepep olduğu ”harman”ın ekmeğinden, ”göl”ün suyundan beslen, isim yap, sonra bunu sermaye yapıp Öcalan’a karşı kullan. Özgür politika ve Özgür gündemdeki yazılar, Medya veya Roj Tv panelleri olmasa Demir Küçükaydın’ı kim ciddiye alırdı? Bir insan bu kadar akılalmaz boyutlarda kendini tanımaz hale nasıl gelir? Bu tam da, La Fonten masalındaki leyleğin kanatları üzerinde kendisinin uçtuğunu sanacak kadar kendisini kaybeden kaplumbağalığın kendisi değil mi?
Marxist’imiz sosyalist, Öcalan ise ”sosyalizme kapalı olamayan devrimci-demokrat” oluyor. Peki sen Öcalan’ın sosyalizm üzerine yazdığı/konuştğu binlerce sayfayı okudun mu? Sen ne yazmışsın, ne yapmışsın bu konuda? Daha doğrusu halkın sade deyimi ile, sen ne bilmem-ne yemişsin bu konuda? Sen bir bilmem-ne yedi isen, neden aynı Almanya sana günlük ekmek parası verirken, Öcalan’ın da içinde bulunduğu uçağı savaş uçakları ile takibederek Avrupa’ya inmesine engel oldu? Öcalan ”sosyalizme kapalı olmayan devrimci-demokrat” olduğu için mi ABD, İngiltere, Avrupa, Rusya, İsrail, Yunanistan’dan oluşan dünyanın dörtte-üçü güçlerinin aylar süren ortak operasyonu ile Türkiye’ye verildi? Bir insan kendini nasıl bu kadar kaybederek terbiye ve izan iplerini parçalar?
Terbiyesizliğin sınırı yırtılınca, ”Köxüz yazarlığı”mın ”hikayesi” için de,
"Aslinda sizin yazarliginiz, sizi tanimadan Pinar [Selek] hanimin sizi cok ovmesiyle gerceklesmisti. Biz kendi olculerimiz acisindan bir degerlendirmede bulunmamistik."
diyor terbiyesizlik. Pınar Hanım’ın beni niye çok övdüğünü, veya beni övme gafletine girdiğinin hesabını nasıl kendisine verdiğini bilmem. Ama eger Pınar Hanım ve Deniz adındakı Köxüz çalışanı, sınır-tanımaz terbiyesizlikte bu kişi ile paslaşmazlarsa, beni nasıl karga-tulumba ”Köxüz yazarı” yaptıklarını anlatırlar. Daha önce başka yerlerde yayınlanan iki makalemi alalacele nasıl istediklerini, fotograf kavuşturamamam üzerine Özgür Politika’da yayınlanan (15 Mart 2005) röportajimdaki fotografımı aldıklarını anlatırlar. Sahsımın ”Köxüz yazarı olma mücadelesi"nin "hikayesi"ni vermiş olurlar.
Ama benim cephemden, şimdi durumun şu olduğu kanaatine gelir gibiyim: Pınar Hanım ve Deniz Bey’ler benim bilimsel saflığımı ve çocukluğumdan vazgeçmezligimi pis kullandılar. Onlara da halkça ”yazıklar olsun” demekten başka bir şey diyememekteyim şimdilik. Ömrümüz vefa ederse karşılaşacağımıza inanıyorum.
Bir de, okuyucuyu daha fazla yormamak üzere, ”kendine hayranlık” ile ilgili iki veri aktararak bitireyim:
"Kendinize cok hayransiniz ve cok itici bir uslubunuz var. Bu sadece benim degil hemen herkesin gozlemi"
diyor kaplumbağamız. Diyebilir. Dilin kemiği, terbiyesizliğin de ne eti ne kemiği var. Biz okuyucuya sadece iki ”dokunmasız” bilgi vererek ”kendine hayranlık" kararını "hemen herkesin gözlemi"ne bırakalım.
Şahsımın, siyaset felsefesinde (political philosophy) Öcalan felsefesi üzerine Üniversity of Kent’e 1997’de sunduğu master tezi aynı dalda sunulanlar arasında birinci seçilmesine rağmen, aynı üniversitede 2003 yılında kabuledilen gene Öcalan liderliği ve PKK konulu doktora tezini yayınlayan yayınevinin (Routledge) şahsımla hiç görüşmemiş-konuşmamış-yazışmamış editörlerinin raporu "Yazarın buradaki çalışmasının bir kısmı akademik bilimselliğin son sınırlarına dayanmakta (Some of the author’s work here appears to be on the cutting edge of scholarship) demesine rağmen, şahsım hiçbir zaman Öcalan’a
"Sizin ne yaptığınızı ve yapmaya çalıştığınızı anlayabilen, onun tarihsel gidiş içindeki yerini ve anlamını görebilen ve takdir edebilen, hadi tek kişiyim demeyeyim ama, pek az kişiden biri olduğumu rahatlıkla söyleyebilirim. (...) Sizin çalışmalarınızı anlayabilen pek az kişiden biri olduğumu düşündüğüm gibi, benim çalışmalarımın önemini ve anlamını da anlayabilecek, hadi tek demeyeyim ama, pek az kişiden biri olduğunuzu düşünüyorum" (italikler bize aittir).
dememiştir. Yukarıdaki satırlar kendisinin Öcalan’a yazdığı Birinci Mektup’tan (sayfa 8, 9) alınmıştır. Vay be sevgili okuyucu! Bir kişi terbiyesizliğini örtmek için nasıl bukadar terbiyesizlik yapar? Bu hale niye/nasıl gelinir?
Sahsımın da Öcalan’a yazdığı mektup bu terbiyesize güvenilerek verilmiştir. Yayınlayabilir. ”Kendine hayranlık” okuyucu ve terbiyesizimizin ”herkes”inin gözlemine sunulur.
Fakat kendime gerçekten hayran olduğum ve herkesin de böyle hayran olacakları taraflarını ortaya çıkarıp, tam bir çocuğun oyuncağından vazgeçmemesi gibi vazgeçmemelerini önerdiğim taraflarım vardır. Bunlardan birtanesi çocukluğumdan vazgeçmemem, diğeri de hinliklerinde saklanan insanları ortaya çıkarma yeteneğim. Bu ikinci yeteneğimin bu terbiyesizliknameyi ortaya çıkarmadaki uygulaması, ”Mektuplar”daki mektuplaşmayı okurken, dikkatli okuyucunun gözünden kaçacağını sanmıyorum.
Bilim terbiye ister, sosyalizm terbiye ister, Marxizm terbiye ister, halkçılık terbiye ister, işçi-sınıfıcılık terbiye ister. Yani, kendini kendine itiraf etme gücü ile kendisini tanıyarak içindeki ”ben”i terbiye etmeyi ister. Yoksa terbiyesizlik dursuz-duraksız, ucsuz-bucaksız yol alır. Koca Marx’ın dehası/felsefesi, Lenin’in örgütçülüğü/taktikçiliği, Trotsky’nin orduculuğu ile girişilen 20’inci yüzyıl sosyalizminin cenazesi bu terbiyesizlik çözülmeden kaldırılamaz.
Ali Kemal Özcan
11 Eylül 2005