Dünyamız yaşı yaklaşık 4.54 milyardır. Yine yaklaşık olarak 2 milyar yaşı kamıştır. İnsan yaşamına göre dünyamız 50. yaşı içerisindedir. Orta yaş krizi içindedir diyebiliriz. 2 milyar yıl sonra aşırı ısınma ve daha birçok sebeple yaşamda sona erecek. Dünyada en son mikropların gözükeceğini ve onlarında yok olmasıyla dünyanın nasıl bir sonla biteceğini tam olarak bilemiyoruz. İnsan yaşamına göre 70. yaşında dünya yok olacak. Dünyamızın güneş etrafındaki konumundan dolayı güneşten gelen zararlı ışınların bombardımana maruz kalmaktadır. Dünyanın etrafındaki manyetik alanı olmasaydı dünyamız kavrulmuş ve yaşamın olmadığı ölü bir gezegene dönüşecekti. Dünyamızın 3.200 km altında 5700 santigrat derece sıcaklıktaki eriyik haldeki demir kürenin sürekli dönmesi ile oluşan manyetik alan dünyayı güneş ve uzaydan gelen zararlı ışınlardan bizleri korumaktadır. Uzaydan sadece zararlı ışınlar gelmemekte aynı zamanda birçok göktaşımda dünya üzerine düşmekte. Bu göktaşların birçoğu dünya yüzeyine ulaşmadan atmosferin içerisinde aşırı ısınma ile yok olmaktadır. Daha büyük göktaşlarının dünyanın üzerine düşmesi durumunda dünya üzerindeki yaşamı çok büyük derecede tehdit edeceği kesindir. 6 milyon önce Meksika’ya düşen bir asteroidin dinozorların sonunu getirdiğini bilmekteyiz. Jüpiter gezegeni dünyanın kütlesel olarak 318 katı büyüklüğündedir. Jüpiter dünya gibi bir kaya gezegeni değil bir gaz devidir. Jüpiter, dev kütlesi ve kütlesel çekim gücüyle, Dünya gezegeninin, koruyucu bekçiliğini yapmaktadır. Asteroid ve kuyrukluyıldızları üzerine çekerek dünya yaşamını olumlu anlamda etkilemektedir. Özellikle Mars-Jüpiter arasında bulunan asteroid kuşağındaki göktaşlarını kendisine çekerek bir bilardo deliği görevi yapmaktadır. Yaşamın devamlılığını sağlayan manyetik alan, atmosferik ısınma, Jüpiter’in çekim gücü sanki bizler için yaratılmış bir düzeni ifade etmektedir. Yada var olan bu düzen içinde gelişen başka bir düzen midir yaşam? Bu düzen içerisinde sanki her şeyin kayıttı tutulurcasına geçmişe ait bilgiler bir yerlerde gizlidir ve bu gizli izleri tespit etmek için bilimsel çalışmalar gerekmektedir. Her bulunan metotlar geçmişin günümüze bilgi olarak taşınmasına vesile olmaktadır. Bilim bu alanda ilerlemeler göstermiş ve tarihi birçok olay günümüze veri ve bilgi kaynağı olarak geri dönmüştür. Karbon-14, dentrokronoloji, manyetik kuzeyin yer değiştirmesi gibi çalışmalar arkeoloji bilimine yaş tayini için veya geçmiş döneme ait iklimsel verilerin ortaya çıkarılması için birere metot olmuşlardır. Bunlardan en bilineni karbon-14 yaş tayini tespit etme bilimsel çalışmasıdır. Dünya atmosferine her gün çok sayıda kozmik ışın girer. Örneğin, bir insana her saat yaklaşık yarım milyon kozmik ışın çarpar. Kozmik ışınlar genellikle atmosferde atomlarla çarpışarak enerjik nötron formunda ikincil kozmik ışınları oluştururlar. Bu enerjik nötronlarda nitrojen atomlarıyla çarpışırlar. Nötron çarpıştığında bir nitrojen-14 atomu (7 proton 7 nötron) bir karbon-14 atomuna (6 proton 8 nötron) ve bir hidrojen atomuna (1 proton 0 nötron) dönüşür. Karbon-14 atomu yarı ömrü yaklaşık 5700 yıl olan radyoaktif bir atomdur. Kozmik ışınla oluşan karbon-14 atomları oksijenle birleşerek karbondioksiti oluşturur. Karbondioksiti bitkiler doğal olarak soğurur ve fotosentez yoluyla bitki liflerine iletir. Hayvanlar ve insanlar bitkiler yer ve onlardan karbon-14 alır. Herhangi bir anda tüm yaşayan canlılarda ve havadaki karbon-12’nin karbon-14’ e oranı yaklaşık sabittir. Trilyonda bir karbon atomundan biri karbon-14 olabilir. Karbon-14 atomları daima bozulur fakat onlar sabit bir oranda yani karbon-14 atomlarıyla yer değiştirir. Bu durumda canlılar aynı miktarda karbon-14 atomu içerir. Yaşayan bir organizma ölür ölmez yeni karbon alımını durdurur. Ölüm anında karbon-12’nin karbon-14 oranı her canlı için aynıdır, fakat karbon-14 bozulur ve yer değiştirmez. Kullanılan örnekteki karbon-12 miktarı sabit kalıyorken yarı ömrü 5700 yıl olan karbon-14 bozulur. İncelenen örnekteki karbon-12’nin karbon-14’ e oranına bakarak ve bu değeri canlı bir organizmanınkiyle kıyaslayarak daha önce yaşamış olan canlıların yaşını oldukça hassas bir şekilde tayin etmek mümkündür.
Karbon-14 ile bir örneğin kaç yaşında olduğunu hesaplayabilmek için kullanılan formül:
Burada In doğal logaritma, Nf/N0 incelenen örnekteki karbon-14’ ün canlı dokulardaki miktarına oranı ve t1/2 karbon-14’ ün yarı ömrüdür.
Böylece elinizde canlı bir örnekle kıyaslananın dışında %10 karbon-14 içeren bir fosil varsa bu durumda fosil
t = [ ln (0.10) / (-0.693) ] x 5,700 yıl
t = [ (-2.303) / (-0.693) ] x 5,700 yıl
t = [ 3.323 ] x 5,700 yıl
t = 18,940 yıl yaşında
Karbon-14’ ün yarı ömrü 5700 yıl olduğundan yaklaşık 60,000 yıla kadarki yaş tayinleri güvenilirdir. Ancak, karbon-14 ile yaş tayini prensibi diğer izotoplarda uygulanır. Vücudumuzda doğal olarak bulunan bir diğer radyoaktif elementte potasyum–40’ tır ve 1,3 milyar yıllık bir yarı ömre sahiptir. Radyoaktif yaş tayini için kullanılan diğer radyoizotoplar yarı ömrü 704 milyar yıl olan uranyum–235, yarı ömrü 4,5 milyar yıl olan uranyum–238, yarı ömrü 14 milyar yıl olan toryum–232 ve yarı ömrü 49 milyar yıl olan rubidyum–87’dir. Bu metot arkeolojide geniş çaplı uygulanmakta elde edilen verilen bilime katkı sağlamaktadır. Ancak gelecekte radyoizotopla yaş tayini yapılamayabilir. 1940’ tan sonra (nükleer bombalar, nükleer reaktörler ve açık havada yapılan nükleer testler başladıktan sonra) ölen herhangi bir şeyin yaşını hassas bir şekilde ölçmek çok daha zor hale gelmiştir.
Ağaçların halkalarının sayılarak yaş tayini yapılması yöntemine dentrokronoloji denmektedir ve elde edilen ağaç kesitlerindeki halkalar sayılarak ve istatiksel metotlar kullanılarak ağacın yaşı tespit edilmektedir. Ağaç gövdesindeki eksik ya da hatalı halkaların varlığı, aynı bölgedeki diğer ağaç gövdeleri ile yapılan karşılaştırmalar sonucunda anlaşılabilir. Kronolojinin oluşturulabilmesi için her bir örnekten alınan halka genişlik değerleri tarihlendirilerek sayısal verilere dönüştürülmekte, diğer örneklerden alınan verilerle eşleştirilmekte, bilgisayar yazılımları kullanılarak regresyon analizleriyle istenmeyen etkilerden arındırılmaktadır. Güvenilir istatistiksel analizler yapabilmek için, her alandan 20 ağacın seçilmesi ve hataların indirgenmesi için genel olarak her ağaçtan iki örnek alınması önerilmektedir. Basit bir yöntemdir ama mutlaka dikkatle çalışılması gereken bir metottur. Ağaç halkaları farklı genişliklerde olabilmektedir. Kimi halkalar daha geniş kimi halkalar ise daha incedir. Kalın halka o tarihlenen yılın daha nemli yani yağışlı geçtiğini ve ince halkalar ise o yılın daha kurak geçtiğini işaret etmektedir.
Manyetik alan sadece dünyamızı zararlı ışınlardan korumaz aynı zamanda geçmişimiz hakkında da bir bilgi kaynağıdır. Homo sapiens’in mağaralarda ürettiği çömlekleri ısıtması durumunda bizlere bir ipucu bırakacağından her halde haberi yoktu. Çanak çömleklerin ana malzemesi olan killerin içerisinde bulunan manyetit minareller eriyik halde soğutulduğu zaman o zamanki manyetik kuzeyin yönünü içerisine hapsetmektedir. Güvenilir ölçümler elde etmek için, bilim insanları tarafından elde edilen minerallerin saf olması ve daha sonraki bir manyetik alanın mineral içerisindeki eski bilgileri sıfırlamasına sebep olacak yeterli bir ısı seviyesine asla ulaşmamış olması çok önemlidir. Demir oksit (manyetit) içindeki mikroskobik tanelerde depolanan bu bilgi tıpkı manyetik hafıza kartları gibi, bilgi belirli bir zamanda kaydedilir ve belirli koşullar altında değiştirilmediği sürece hafızada kalır. Bu olay bizlere doğanın geçmişimizi anlamak için bir hediyesidir.
Manyetik kuzey, dentrokronoloji, Karbon-14 metotları bizlere doğanın arkeolojik olarak veri kaynağı elde etme yöntemleridir. Bunların dışında Homo sapiens ve Neandertallerin’de bizlere hediye ettiği bilgiler vardır. İspanya’nın Malaga kentinde Neandertaller tarafından yapılmış en eski mağara resimleri vardır. Yaklaşık 43.500 ila 42.300 yıl öncesine dayanan bu resimler Neandertallerin besleme şekilleri hakkında bilgiler vermektedir. Bu resimlerin Neandertaller tarafından yapılması ayrı bir önem taşımaktadır. Neandertaller her zaman Homo sapiens’den daha az zeki ve daha az sanatsal yeteneğe sahip olduğu düşünülüyordu. Bu resimler en azından Neandertallerin de Homo sapeins kadar yetenekli olduklarını gösteriyor. Bu türden bulunmuş en eski Homo sapiens mağara resimleri Fransa’nın Chauvet mağarasında bulunmuş ve 30.000 yıllık olduğu düşünülmektedir. Bu bilgi radyo karbon analizi ile elde ediliştir. Sanat olgusu ister Neandertal olsun ister Homo sapiens olsun kendi içlerinden çıkarak yaşadıkları mağaralarda var olmuştur ve yaşadıkları toplum hakkında bizlere bilgiler vermişlerdir.
Bilginin çeşitli şekillerde bizlere ulaşması ve bizlerin geçmiş toplum hakkında bilgi almamız geçmişi yorumlamamız için ana kaynaklardır. Aslında bilgi yok olmamakta ama bir yerlerde kendini gizlemektedir. Örneğin ses ve görüntülerimiz mutlaka bir yerlerde gizlidir ve bilim bunu ortaya henüz çıkaramamıştır. Ses dalgalar halinde ilerler ve dalgalarda bir enerji çeşididir. Ses dalgalarını bizler nasıl şuan kayıt haline alıp istediğimiz zaman dinleyebiliyorsak çevremizde olup biten seslerde mutlaka bir yerler içinde kayıt halinde tutulmuş olmalıdır. Zaten bu konu üzerine daha önceden çalışmalar yapılmış ve henüz bir başarı elde edilememiştir. Fosil sesler denilen geçmişteki sesler bir nebze antik sesleri ortaya çıkarmak için çalışmalar yapılmış ve bilim şuan itibari ile bir başarı elde edememiştir. Kayalar bu konuda iyi bir kaynak olabilir. Ses transferi ve ses dalgalarının kayıt edilmesi konusunda dünya altındaki kaya blokları ses kayıt eden cihazlar gibi davranabilir. Ne kadar derine gidebilirsek o kadar eski kayıtları dinleyebiliriz. Homo sapiens’in konuşmasını dinlemek ne kadar ilginç olabilirdi. Fosil seslerin yanında geçmişe yönelik görüntülerinde elde edilmesi de o kadar ilginç olurdu. Aslında fosil görüntüleri elde etmek teorik olarak mümkün.
Dünya üzerindeki görüntüler bir şekilde uzaya kaçmakta ve ışık hızı ile ilerlemektedir. Işık hızının geçilmesi durumunda bu görüntülere ulaşmak mümkün olabilir ve geçmişe ait veriler bu şekilde elde edilebilirdi. Ya da bu görüntülerin uzayda ışık hızı ile ilerlerken kütle çekim yasası ile bir gök cismi tarafından eğrilmesi ve tekrar dünyaya geri gelmesi durumunda da bu veriler yine elde edilebilir. Bu ışınların bir gökcismi tarafından tekrar ters olarak yansıtılması da olabilir. Gökyüzünde baktığımız her yıldız aslında binlerce yıl öncesine ait görüntüdür. Gökyüzündeki binlerce yıldız aslında binlerce yılı öncesinin görüntüsünü bizlere göstermektedir. Fotonlar her zaman bizlere geçmişi göstermektedir. Fotonlar asla şuanı taşımazlar. Bir milisaniyede olsa bir dakikada olsa bir yılda olsa hep geçmişi ifade etmektedir. Çünkü görüntüyü gözümüze iletilmesi için belli mesafenin fotonlar tarafından kat edilmesi lazımdır. Bu zaman aralığı ise geçmiş zamandır. Foton tarafından değil de başka bir atom altı parçacık tarafından da bilgi taşınabilir ve bu bilgiler çeşitli şekillerde bizlere geri dönebilir. Henüz keşfedemediğimiz atom altı parçacıklar bu işi yapmış olabilirler. Kuantum fiziği henüz bunları bulacak kadar ilerlemedi. Bilginin ilerlemesi aslında her an evrenin her köşesinde olmaktadır. Bilgi taşınmaktadır. Bilgi bir yük gibidir. Taşıyıcı araçları nedir. Bunu biliyorsak bilgiyi gittiği noktada yakalayıp geri getirmek daha basit olacaktır. Bilgi fotonlarla uzaya taşınmakta (görüntü olarak), fosil sesler olarak bir yerlerde kayıt altına alınmakta ya da yazı gibi yapay yollarla bir sonraki nesillere aktarılmaktadır.
Bilginin taşınması esnasında hacminin çoğalıp aynı tür araçlarla yola çıkması teknolojinin zaferidir. Kuantum bilgisayarları ya da DNA içerisine bilginin aktarılması bizlere daha çok bilginin daha az bir alanda yer tuttuğunun göstergesidir. Bilginin öz kütlesi her geçen gün artmakta. Daha çok bilgi daha çok küçük hacim içerisine girebilmektedir.
100 yıl içerisindeki tüm kitaplar taranıp bilgisayar içerisine aktarılması bir kaç terra baylık bilgi demektir. Günümüzde bir kitap kadar hard disk bu kadar bilgiyi alabilir. Gelecekteki teknolojiyi düşünürsek bilginin çok daha az bir alana kayıt edileceği hiç şüphesizdir. Yalnız bu bilgilerin daha az bir alanda her geçen gün yer alması bir yere kadar mümkün olacaktır ve daha sonraki aşamada aşırı yoğunluktan dolayı bilgi karadeliği oluşabilir. Akıl ve mantık dışı gibi gelen bu durum uzaydaki karadeliklerin davranışlarını gösterebilir. Kütlenin çok bir alanda hapsolmasından dolayı karadelikler meydana gelmektedir. Kütlenin Schwarzchil yarıçapına kadar sıkıştırılması sonucu karadelik oluşmaktadır. 1.49 çarpı 10 üzeri eksi 27’yi kütle ile çarparsak kütle karadeliğe dönüşmektedir. Dünyanın kütlesini bu sabit sayı ile çarptığımız zaman sonuç 1 cm çıkmaktadır. Bununda anlamı şudur. Dünya eğer bir santim yarıçapı kadar küçülseydi yani bir bilye boyutuna kadar kütlesi değişmeden küçültülseydi dünya etrafındaki her şeyi yutan bir karadeliğe dönüşecekti. Güneş için bu rakam 3 kilometrelik bir yarıçapı ifade etmektedir. Bilginin karadelik yaratacağı konusunda kesin bir bilgi söylemeyiz ama evrende var olup olmadığı konusu ilerde ortaya çıkacaktır. Bilginin kayıt edilmesi hem insan beyni ile hem de fizik kanunlarının kendi kendine yaptığı bir seri işlem ile gerçekleşmektedir.
Homo sapiens ilk var olduğu çağdan beri çevresindeki her şeyi alet yapımı için kullanmıştır. Özellikle taşlardan ve metallerden çeşitli araç gereçler yapmayı öğrenmiştir. Bu yüzden Homo sapiens’in ilk evrelerindeki bu dönemler çeşitli isimlerle adlandırılmıştır. Taş devri çağı M.Ö. 200.000 ile 5.000 yılları arasındaki dönemi kapsamaktadır. Daha da eskiye kadar gidebilen bu dönem aslında Homo sapiens dönemi öncesini kapsamaktadır.
Paleolitik dönem (M.Ö. 200.000-10.000)
Mezolitik dönem (M.Ö.10.000-8.000)
Neolitik dönem (M.Ö 8.000-5.500)
Taş çağının sona ermesinin ardından Maden çağı başlamaktadır. Bu çağ M.Ö. 5000-3500 yıllarını kapsamaktadır. Bakırın kolayca işlenebilmesi ve çevrede bol bulanabilmesinden dolayı maden çağı bakır ile başlamıştır ve daha sert ve dayanıklı olan demir madenin bulunması ve işlenmesi ile de maden çağı kapanmıştır. Özellikle değişik madenlerin birbirleri ile karıştırılması sonucu değişik tür alışımlar yapılmıştır. İlk demir madeni yeryüzüne düşen asteroidlerden elde edilmiştir. Çünkü demir madeni insanların kolayca çıkarabilecekleri bir maden türü değildi ve yeryüzünün derinliklerinde gizliydi. Bu yüzden gökyüzünden gelen demir madeni işlenmiştir ve özellikle av gereçleri için kullanılmıştır. Demir madeni yeryüzünde çok bulunan bir madendir ve demirin insanlığa ve dünyaya en büyük katkısı daha önceden bahsettiğimiz gibi dünyanın merkezindeki eriyik halde bulunan demirin dönmesi sonucu oluşturduğu manyetik kuvvetle dünyamız güneş ve atmosferden gelen zararlı ışınlardan kendini korumaktadır. Bu katkısının yanında insanlık tarihi içinde en önemli madenlerden biri olmuştur demir. Antik Mısırlılar demir için göğün armağanı demişlerdir. Sümer uygarlığı ise demire göğün madeni ismini takmışlardır. Belki de gerçekten zekâya sahip bir ırk insanlığın gelişmesi için bu madeni bizler meteorlar vasıtasıyla göndermişlerdir. Bu vasıtayla insanlık medeniyet seviyesine çıkmıştır. Zaten madenlerin işlenmesinin ardından insanoğlu artık ilk imparatorlukları kurmaya başlamıştır. Homo sapiens’in mağaradan başlayan serüveni artık topluluk olarak yaşama başlaması ile farklı bir evreye girmiştir.
Warning! This user is on my black list, likely as a known plagiarist, spammer or ID thief. Please be cautious with this post!
If you believe this is an error, please chat with us in the #cheetah-appeals channel in our discord.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit