Part part okumak isteyenler için;
Hatıra Defteri #1
Hatıra Defteri #2
Hatıra Defteri #3
Hatıra Defteri #4
Hatıra Defteri #5
Hatıra Defteri #6
Hatıra Defteri #7
Hatıra Defteri #8
Hatıra Defteri #9
Hatıra Defteri #10
Çine gelmek ile ilgili fikirler aslında daha sonraları oluşmaya başlaması bir kenara beni bu fikirlere, bu yola iten durum ve koşullardan da aslında bahsetmem gerekiyor. Yanlış hatırlamıyor isem 2008 yazında, yani yaklaşık 10 yıl evvel, lise 1 dersleri bitmiş, karneler dağıtılmış, ve bizim zamanımızda, dönemimizde, bölümler vardı ve o bölümlerden birini seçmemiz gerekiyordu.
O zaman ergenlik ve daha 15-16 yaşındaki bir çocuğa ortamın, çevrenin, ailenin yani aslında mahalle baskısı olarak tanımladığımız, o baskının etkisi ile kişiye dayatılan, tavsiye edilen şeyi, durumu red etme dürtüsü bende de vardı. Tavsiye edilen yada dayatılan şey, doğru bir şekilde ergen kimseye ifade edilmemesinden dolayı olsa gerek, aslında kişinin yararına hatta daha önemlisi istekleri ve arzularına paralelde olsa da kişi red etmekte. Karar verme mekanizması egoist veya bencil olarak değil, seçenekleri sunan mecraya karşı bir baş kaldırış olarak gelişmekte. Keza burada bir parantez açmak istiyorum. Bu gibi veya buna benzer durumlar doğru bir aklın yönetimiyle yapıldığı zaman, iyi sonuçlar doğurmaktadır. Bu sözümü beğenmemiş olabilirsiniz fakat daha ilerilerde bunu destekleyen, doğrulayan durum, hal ve hareketlerden de bahsedeceğim sizlere.
Bütün öğretmenlerim, ailem ve çevremin tavsiyesi Fen-Matematik bölümünde çok başarılı olacağımı telkin ederken ben tercihimi Yabancı dil bölümünden yana kullandım. Bir açıdan doğru olduğunu, bir açıdan zaman zaman yaptığım bu tercihin yanlış olduğunu düşünüyorum. Sanırım ölene kadar da değişmeyecek bu durum. Bu durum gerçekten de Çine gelmemdeki nedenler zincirinin ilk halkası, ilk dönemeci oldu.
Üstümdeki bütün mahalle baskısına rağmen ben yapacağımı yapmış. Dil bölümüne kayıt yaptırmıştım. Önceki seneden olan bütün arkadaşlarımdan ayrılmış, neredeyse hiç kimseyi tanımadığım bir sınıfa yerleşmiştim. Sınıfımız hiç kalabalık değildi. Hepi topu 8-10 kişiydik. Sınıftaki öğrenciler birbirleriyle kaynaşırken, ben kötü bir alışkanlığın bir araya getirdiği arkadaş grubumla takılmaya vakit geçirmeye başladım.
Ders yükümüzün %80'lik kısmını yabancı dil-İngilizce oluşturuyordu. Müfredat, bu bölüme gelen her öğrenciye sanki tek bir kelime dahi İngilizce bilmiyorcasına davranışı ve arkadaş çevremin daha eğlenceli ve renkli olması beni derslerime çalışmaktan çok uzaklaştırmıştı. Koca bir öğrenim yılı böyle geçmiş. Sonunda karneler dağıtılmıştı. Aynı süreç sırasında babam, işlettiği şirketin çalışma alanını genişletmişti. Dolayısıyla bütün aile bireylerinden destek ihtiyacı olmasından dolayı bütün yaz, bütün arkadaşlarım sahil sahil gezerken, ben sabah 8 akşam artık kaç olursa şirkete gitmek durumunda kalmıştım. Şirketteki işlerin yoğunluğundan dolayı birçok arkadaşımla görüşemez olmuştum. Yaz tatili bitip tekrar okula başladığımda, yaz tatili boyunca oluşan iletişimsizlik nedeniyle arkadaşlarımla olan ilişkimin çok zedelendiğini fark ettim. Zaman içerisinde yakın arkadaşlıklarımız, tanışıklılık seviyesine inmişti. Yeni arkadaşlıklar arayışına girmiştim. Fakat ne sınıfımdaki ne de okulumdaki arkadaş grupları beni içlerine almıyorlardı. 1500'den çok mevcudu olan bir okulda herkes ile seviyeli bir ilişkim olmaya başlamıştı. Ayrıca sınıfın İngilizce öğretmeni de değişmiş, hiçbir şey öğretemeyen, tamimiyle öğretmenlik vasfı olmayan bir adam gelmişti. Bütün sınıfın dersle, İngilizce'siyle olan bağlantısını koparma noktasına getirmişti. Zaten önceki senenin bağ kopuşları, arkadaşlardan uzaklaşma birde bu adamın gelişi iyice okulla olan bağlantımı yok etmişti. Evdeki durumda kötüye sarmaktaydı. Babamın büyüme adımları ters tepmiş, daha da küçülmesine yol açmıştı. Lise hayatımın 3. senesi yuvarlana yuvarlana tamamlanmıştı...
Geçen bölümde Lise 3 sınıfını bitirmiştim. Koca bir yaz tatili, 3 aylık aylaklık dönemi... Milyonlarca öğrencinin duası artık gerçek olmuştu. Benim gibi kaç kişi vardı, yada var bilmiyorum. Fakat sadece 2 günlük haftasonu oturmaktan sıkılmama yetmişti bile.
Bir şeylerle uğraşmam, vaktimi çar çur etmemem lazımdı. Hemen aklıma ilk gelen şeyi yaptım, yani cd'ciye gidip birkaç oyun almak. (Ama tabiki o zamanlar ne steam var nede orjinal oyun alabilecek paramız, mecburen mahalledeki cd'ciye gider kopya oyun satın alırdık.) Aldığım iki oyun da (inanın şuan hangi oyun olduklarını hatırlamıyorum bile) bir hafta sürmeden oynayıp bitirmiştim. Tekrar sıkılmaya başladım.
İnternette, şu iş bulmaca sitelerinde cv doldurdum. Doldurdum derken bir kaç kişisel bilgi işte, yoksa herhangi resmi bir iş tecrübem yoktu. Tecrübe gerektirmeyen, yapabileceğimi düşündüğüm bütün işlere teker teker başvurdum. Beklemeye başladım olurda biri döner diye.
1-2 gün sonra Konyaltı Beach Parkta bir barboy ihtiyacından mütevellit beni aradılar. Hemen görüşmeye gittim. Yaklaşık yarım saatlik bir göruşmenin sonucunda işi kaptım. Başlarda çok rahat ve eglenceli olan iş, başlamamdan 1 hafta sonra barmenin işten ayrılmasıyla kabusa döndü. Koca bir beachin, bar işiyle tek başıma mücadele etmek zorunda kaldım. Her gün acı verici olmaya başlamıştı. 2. haftanın sonunda, maaşlar dağıtılırken benim de 2 haftalık olarak hesaplanmış fakat eksik olan bir zarf ulaştı elime, içindeki miktar, patronla konuştuğumuzun altında olan bir miktar. O gün parayı alıp eve gittim. Babamla yaptığımız konuşma sonunda beraber ertesi gün ve diğer günler işe gitmemeye karar verdim. Ki onlarda bunu beklermişcesine beni 1 kere dahi aramadılar.
Öyle yada böyle üç hafta geride kalmıştı. Ama ben tekrar sıkılmaya başlamıştım. Antalyanın tatil köylerine gidip teker teker otellere cv bırakmaya karar verdim. İlk gün Belek tatil köyüne gittim. 10'a yakın otelin insan kaynaklarıyla görüştüm. İkinci gün ise Beldibine gittim. Orada da birçok otelle görüştüm. 3. gün yorgunluktan yataktan çıkamamıştım. Belki geri dönen olur diye oturup beklemeye başladım. 5. günün şafağında demek isterdim fakat kaç gün geçti bilmiyorum. Beldibinin en büyük otellerinden Renaissance Otelden aradılar, beni eleman ihtiyacı yok diyip içeriye bile almadıkları otel. Renaissance Otel…
Telefonu kapattığımda gerçekten çok şaşkındım. Bizzat iş başvurusuna gittip kapıdan çevrildiğim yer, beni telefonla arayıp iş görüşmesine çağırmıştı. Ertesi gün hazırlanıp görüşmeye gittim. Bayağı başarılı geçen yarım saatlik görüşme sonrasında, komi olarak işe kaptım.
2 gün sonrası için iş başı yapmaya karar verdik. 2 günlük süreçte birçok belge ve raporu hazılamamı istediler. Adliyeden, hastaneye bir çok kurumdan belge ve rapor topladım. İş başı için sözleştiğimiz gün, servisin beni almasını beklediğim yerde yarım saat geçirdim. Fakat ya servis gelmedi, yada birbirimizi tanıyamamıştık. Ben de 3 vasıta değiştirerek otele vardım. Ama haliyle geç kalmıştım. Ilk günden işe geç kalmıştım. Fakat herhangi bir problem çıkmadı. İşlemlerimi yaptılar. Elbiselerimi, iş sırasında kullanacağım birkaç alet edevatı teslim ettiler. Daha sonrasında tecrubeli birini çağırarak bana iş tanıtması için beni yanına verdiler.
Gayet eylenceli ve neşeli bir ortamda yaklaşık bir haftada yapmam gereken her şeyi çok iyi şekilde öğrenmiştim. Üstlerim tarafından taktir edilen, diğerlerine örnek gösterilir olmuştum. Birkaç gün sonrasında ben farkında olmadan bir sınava tabi tutuldum ve garson olarak terfim gerçekleştirildi. Bu o zamanlarda benim için paha biçilemez bir başarıydı. Koskocaman otelin en genç garsonu olmuştum. Ayrıca aldığım ücrette bir hayli yükselmişti. Haftalık tipden gelen payım da artmıştı. Zaten mutlu olduğum yerde hiçbir sorunum yoktu.
Hikayeyi burada kesip kısa bir bilgi vermek istiyorum. Renaissance Hotelde o zamanlar -hala bu şekilde mi bilmiyorum- her personel 8 saat mesai yapardı. 8 saatin üzerinde çalıştığınız her dakika ekstra mesaiden sayılmata ve mevcut 1 dakikalık maaşınız 1.5 katı olarak hesaplanıyordu. Ayrıca mesai saatlerinizin dışında otelin bütün servislerinden istediğiniz gibi yararlanabiliyordunuz.
Renaissance otelde karşılaştığım tek olumsuz bir anım var. Bir gün komiler yeterli desteği sağlayamıyorlardı. İlgilendiğim bölümde bardak sıkıntısı çekiyorudum. Yakaladığım müsait bir anda bulaşıkhaneye gidip kendim bardakları aldım. Endüstiriyel bulaşık makinalarını bilenler bilir, makinalara bardakları sepet denen malzemeye dizerek yıkarsınız. Sepetle birlikte bardakları aldım. Bir tanesi 60tl değerinde olan 30 adet bardak. Sepetinin tutma yerlerinden tutarak görev yerime doğru hareket etmiştim. Daha Restauranta girmeden sepetin altı çıktı ve 30 bardağın 30'uda kırıldı. Sesi duyup gelen şeflerden biri hemen görev yerime dönmemi burayı bırakıp gitmemi istedi. O gün mesai bitiminden önce yanıma gelip üzerinde bütün suçu üstüme aldığım ve bütün zararı karşılayacağımı yazan bir tutunağı imzalamamı istedi. Ben de doğal olarak red edip kağıdı yırttım. Kendi tutanağımı kendim tutacağımı ve f&b müdürüne bizzat vereceğimi söyledim. Akşam evde güzelce tutanağı yazdım. durumu düzgünce açıklayıp suçun teknik ekipte olduğunu belittim. Ertesi gün f&b müdürüne götürüp verdim. Bana hiçbir yaptırımda bulunulmadı. Teknik ekibe ne olduğu konusunda da hiç bir fikrim yok.
Okulların açılmasına 1 hafta kala istifamı verdim. Okulun açılmasından 1 gün önce de son mesaimi yaptım. Bütün çalışma arkadaşlarımla helalleşerek evin yolunu tuttum.
Mutlu çalışma ortamımdan ayrılmıştım. Lise son sınıfa başlamış, gene rutinime dönmüştüm. Aslına bakarsanız hayatımın en yoğun dönemine. Sabah 7de kalkıyor, okula gidiyor öğleden sonra 3'e kadar derse giriyordum. Daha sonrasında dershaneye gidip akşam 8 buçuğa kadar ders ders ders. Sonra evin yolunu tutuyordum. 9 gibi evde oluyor, açlığımı bastırmak adına birkaç bir şey atıştırdıktan sonra odama geçip test çözmeye devam ediyordum. Gece 1 buçuk 2 gibi anca yatağıma girebiliyordum ancak.
O sene tekrar ingilizce hocamız değişmişti. Zaten olmayan ingilizcemizi görünce, bize ingilizce değil, sınava girdiğimizde nasıl yüksek puan alırızı, öğretmeye başladı.Okulun açılmasından yaklaşık bir ay sonra yabancı dil sınavı hakkında yeterince bilgiye sahiptik ve yeni gelen hocamızla da aramız yeterince ısınmıştı. Hocayla anlaşma yaparak ingilizce derslerine artık girmiyor, yokta yazılmıyorduk. Acil bir durum olursa da telefonla yada facebook üzerinden haberleşiyorduk. En azından bu durum üzerimizde ki günlük yükü azaltıyordu.
O zamanlar üniverisite sınavı 2 aşama da yapılmaktaydı. Ygs ve lys olarak. İlki olan ygs, her öğrencinin girmesi gerektiği genel sınavdı. Yanlış hatırlamıyorsam mart ayında yapılmaktaydı. İkinci olan lys sınavı ise bazı öğrencilerin girmesi gerekmeyen ayrıca 4 ayrı katogoride yapılan bir sınavdı.
İngilizce derslerine yeni girmemeye başlamıştık ki, bir gün dershaneye giderken yolda ingilizce hocam aradı. Ertesi gün mutlaka kendisini bulmam gerektiğini söyledi. Şaşırmamıştım bu okula başladığımdan beri disiplinle başım beladaydı. Sadece ne yaptığımı, bunun altından nasıl kalkacağımı, olay aileme yansırsa onlara nasıl açıklayacağımı planlamaya başladım. Ertesi gün hocanın yanına gidene kadar, aklımdaki her durum için hazırlıklıydım. Fakat durum hiç de düşündüğüm gibi çıkmamıştı. Beni bekleyen bir başkası daha vardı, okulun tiyatro öğretmeni. O sene yapılacak olan liseler arası tiyatro yarışmasında, okulumuzun sergileyecek olduğu oyunda başrol oynamam için beni ikna etmeye çalıyorlardı. Bir kaç ufak deneyimimden başka bir şeyim yoktu. Ayrıca o sene üniversite sınavına hazırlanıyordum. Yeterince yogundum. Bir süre sonra bir iki çalışmaya katılacağıma ve duruma göre devam edip etmeyeceğime karar vermiştik.
Tiyatro sınıfı, tiyatro salonundan bağımsız, B bloğunun bodrum katında genişce bir odaydı. Bir iki çalışmaya katılınca fark ettim ki, tiyatroda olmamım bana birçok faydası olacaktı. Birincisi bu odanın anahtarı sadece tiyatrocu öğrencilerinde ve tiyatro hocasında bulunuyordu ki, bu durum bana okuldayken nerede sigara içebilirimin, en iyi çözümü niteliğindeydi. Ve ayrıca saçımı ve sakalımı dilediğimce uzatmak ve şekil vermek içinde sebep ve idareye karşı bahanem oluyordu.
Bir sonraki çalışmadan sonra hocalarla konuşup tiyatroya katılacağımı söyledim. Artık çalışmalara daha fazla önem vermeye başladım. Sıkıcı ve monoton hayatıma biraz olsun renk gelmeye başlamıştı..
Son sınıfın ilk döneminin sonlarına doğru, hayatım, ne kadar monoton olsa da mutlu bir şekilde devam etmekteydi. Tabi ki her güzel giden şey gibi bir anda bir sorun vuku buldu. Sınıf arkadaşlarımdan birisiyle saçma sapan bir sebepten (inanın gerçekten ne olduğunu hatırlamıyorum) dolayı kavga etmiştik. Hemde öğretmenler odasının hemen önünde. Birkaç öğretmen tarafından ayırltırıp barıştırılmıştık.
Ertesi gün sabah ilk 3 ders ingilizce dersi olduğu için evde uyuyordum. Birden telefonun çaldı. Arayan İngilizce hocamdı. Acil okula gitmemi müdürün beni odasına çağırdığını söyledi. Önceki gün olan kavga sebebiyle müdür benimle görüşmek istiyordu. Hemen toparlanıp okula gittim. Hiçbir yere uğramadan müdürün odasına çıktım. Önceki gün olan kavga ile ilgili bir saate yakın azar yedikten sonra anca kurtulabilmiştim. Sınıfa gittim. Daha kimse gelmemişti. İngilizce Hocasını aradım. Yanına gittim. Olanları anlattım. Oda beni mecburen yok yazdığını söyledi. Bir süre göze batmamam için beni uyardı.
Zaten yok yazılmam nedeniyle öğleden önce olan derslere girmeme kararı aldım. Bahçede çardaklardan bir tanesine oturdum. Dersi boş olan, beden dersi olanlarla bir yandan oturup, muhabbet edip, bir yadan sigara içip, bir yadan da batak oynuyorduk. Öğleden önceki son dersin bitmesine yakın çadakta tek başıma kalmıştım. Elimdeki isbambil destesiyle boş boş oynaşıyordum. O gün öğle arasında bu bölgeden sorumlu nöbetçi öğretmen olan din hocası geldi. İskambil kağıtlarını cebime koymamı, eğer birisi görürse ikimizin de başının derde gireceğini söyledi. Ben de tamam diyerek kağıtları cebime koydum. Hoca gitti, arkasından bir sigara yaktım. Sigaramı içtim, bitirdim. Zil çaldı, zilin çalmasıyla beraber çardakta takılan tayfa yavaş yavaş geldi. Muhabbete başlandı. Aradan bir beş dakika geçti geçmedi. Müdür, baş müdür yardımcısı, 2 tane müdür yardımcısı ve din hocası bir ordu edasında çardağa geldiler. Sigara içenler hemen sigaralarını attılar. Hocalar sanırım onları görmedi. Baş müdür yardımcısı, burada kumar oynuyormuşsunuz diye herkesin gözünü taramaya başladı. Birkaç saniye terettüt ettikten sonra cebimden iskambil kağıtlarını çıkartarak, ben oynuyordum dedim.
Şimdi burada merak ediyor olmalısınız neden ben oynuyordum dediğimi, öncelikle o sırada çardakta ondan fazla öğrenci vardı ki bunların hepsi sigara içen kimselerdi. Yani hepsinin cebinde en azından okulda bulundurulması yasak olan bir şey vardı, onun haricinde kızların ceplerinde makyaj malzemesi ve bir çok kimsenin yanında telefonu vardı. O dönem okulda telefon taşımakta yasaktı. Hiçbir zaman anlayamadığım yasaklar. Yani demem o ki çıkıp itiraf etmeseydim, o an orada olan herkesin başı beleya girecekti. Kısacası kendimi kurban etmiştim.
Müdür yardımcılarından biri ceplerimi aradı. Diğer ceplerimden de sigara ve telefon çıktı. Müdür durmadan konuşuyordu. Daha sabah seninle konuşmadık mı, sen ne biçim bir öğrencisin... Tam bir ölüm anıydı sanki benim için. Bir süre beş hoca sırayla azarlarını çektikten sonra ailemle görüşeceklerini söyledikten sonra gittiler. Ne yapcağımı bilmiyordum.
Öğleden sonraki ilk derste nöbetçi öğrenci gelip beni müdür baş yardımcısının odasına götürdü. Babam içerdeydi. Başka bir okula nakil için işlemlerimi başlatmışlardı. Babam tam bir sinir harbi içinde hiç konuşmadan oturduğu yerde dona kalmış durumdaydı. Gönderileceğim okulu netleştirdikten sonra beni tekrar sınıfa gönderdiler. Ben de sınıfa gitmek yerine beni kollayabilecek öğretmenlerin yanına gittim. Durumu anlattım. Onlarda hemen müdürün yanında gittiler, ama nafileydi babam zaten nakil belgemi aldığı için yapabilecekleri hiçbir şey kalmamıştı. Okuldan, okulumdan atılmıştım.
Antalya Lisesinden, lisemden atılmıştım. Ertesi gün yeni okula gidip kayıt yaptırmam gerekiyordu. Ben eve gitmeye korkuyordum. Beni evde sinirden küplere binmiş 3 birey bekliyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Ama gidecek başka bir yerimde yoktu. Mecburen eve gittim. Eve vardığımda tam da beklediğim gibi salonda oturan sinirden sadece oturan hiç ses çıkarmayan annem, babam ve ağabeyim. Salona girdiğim de beni çok şaşırttılar. Sanki cinayet işlemişim, mahkemede yargıç hakkımdaki kararı okuyormuşcasına yarın yapacaklarımı söylediler ve beni odama gönderdiler. Normal şartlarda ailemi kızdıracak bir şey yaptığımda bağırırlar, çağırırlar, küfür savurup, hakaret ederlerdi ama o gün demek ki bana gerçekten kızmışlardı...
Ertesi gün sabah babamla beraber yeni okuluma Antalya Gazi Anadolu Lisesi’ne gidip kayıt yaptırdık. Ne giderken ne de dönerken babam benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Eve döndüğümüzde bir miktar para verip yeni okulun kıyafetlerini almamı söyleyip işe gitti. O gün tam anlamıyla rezalet bir gündü. Önce Antalya Lisesine gidip birkaç hocamla görüştükten sonra baş müdür yardımcısının yanına gidip telefonumu aldım. Daha sonra okul kıyafetleri satan bir mağazaya gidip yeni kıyafetlerimi aldım. Eve dönüp eşyaları bırakıp dershaneye gittim. Akşam 9’a kadar derse girdikten sonra pek de samimi olmadığım bir kaç arkadaşımla bir bara gittim. Eve döndüğümde saat 1’i çoktan geçmişti. Eve bu kadar geç gitmemin tek sebebi yarının hiç olmamasıydı. O yeni okula, hiç mi hiç gitmek istemiyordum. Caddesinden geçerken bile hiç kafamı çevirip bakmadığım bir yerde vaktimin çoğunu geçirmek zorunda kalmıştım. Biliyorum çok ergence düşüncelerdi. Fakat o zaman da çok ergendim. Okuldaki vaktimin çoğunu en arka sıraya oturup, müzik dinleyip hiç kimseye takılmadan geçirmeye başlamıştım. Okuldaki hiç bir olaya karışmıyorum. Ama ne garip ki olaylar gelip beni buluyordu her seferinde.
Gazi Anadolu Lisesi’ne dair anlatmak istediğim tek bir anım var. Okulun baş müdür yardımcı bir gün bir olaydan dolayı sınıfa geldi. Kendisi daha önceden Antalya Lisesinde müdür yardımcılığı yapmıştı. Antalya Lisesindeyken bir kıza tokat atmış ve buraya sürülmek zorunda kalmıştı. Neyse kısa bir konuşma yaptıktan sonra benden bahsetmeye başladı. Antalya Lisesindeki çok fazla zibidi olduğunu en başlarında da benim olduğumu, falan söylemeye başladı.Koca bir sınıfın önünde beni rezil etmişti. Konuşmasını bitirdikten sonra ‘Antalya Lisesi çok güzel bir okul, kimse oradan ayrılmak istemez. Sanırım, sizin neden burada olduğunuz bir sır. Merak etmeyin sırrınız bende güvende’ dedim. Cevap vermeden sınıftan çıkıp gitti. Gerçekten de kimseye anlatmamıştım ama okulda neredeyse yüzden fazla dedikodu çıkmıştı, baş müdür yardımcısının neden orada olduğuna dair. Hocalar arasında dahi konuşuluyordu. Ama ben sözümü tuttum o okuldan olan kimseye neden olduğunu söylemedim...
YGS'ye bir ay kala rapor alarak okula gitmemeye başladım. Artık bütün günümü dershanede geçirmeye başlamıştım. Her sabah 9'da dershanede oluyor. Öğlene kadar kantinde oturup test çözüyor. Öğle yemeğinden sonra derse giriyor. Derslerden sonra denemeye giriyor. Denemeden sonra denemenin çözümlemesini yapıyor. Yaklaşık akşam 9'da eve oluyordum. Yemek ve duştan sonra birkaç saat daha ders çalışıp test çözdükten sonra yatmaya gidiyordum.
Bir ay çok çabuk eriyip bitmişti. Sınav günü geldi. Mart ayında sıcacık bir Antalya sabahında evden tek başıma çıkıp sınava gittim. Sınav başlayana kadar oturduğum yerde çok rahattım. Tamamen hazırdım. En fazla ne olabilirdi ki. Ama en önemsiz, en küçük şey bir anda bütün duygularınızı eder. Çapraz masamda oturan kız yanlış salona gelmişti. Doğru yeri bulması için 3 dakikası vardı. Yetişebildi mi yetişemedi bilemiyorum ama olanları izlerken bir anda bütün ruh halim değişti. Artık tamamen karamsardım. Bitmiştim, tükenmiştim. Sınav başladıktan 10 dakika sonra kendimi toplayıp soruları çözmeye başladım. O 13 dakikada neler yaşadım. Neler yaşamadım ki? O ana kadar çevrenizdeki her insan, her durum, her olay, her şey sizin o ana kadar bu sınava hazırlandığınızı söyledi. O andan sonraki bütün hayatımızı, nerede nefes alıp, nerede uyuyacağımıza hatta nerede nasıl öleceğimize karar vereceğimizin sınavı. Bütün bunlar her hücrenizin her bir zerresine nüfus ettikten sonra sınava çeyrek kala 2 tane dallama çıkar bunun sadece bir sınav olduğunu, hiçbir anlamı olmadığını söylerler. Bu doğrudur. Fakat o noktada, o insanları ikna etmenin hiçbir yolu yoktur.
Tek bir hata. Tek bir hata, o kızın yaptığı buydu. Belki bende yapabilirdim. Cevap kağıdında kaydırma yapmak, adını yanlış yazmak, soruyu yanlış okumak, daha nicesi. O 10 dakikada size neler yaşadığı anlatamam. Diğer yaşayanlarda anlatamaz. Yapacağım bir hatanın sonucu ne olurdu ki. O zaman nede şimdi hayal dahi edemiyorum. Dış dünyadan bahsetmiyorum, iç dünyam bana neler yaşatırdı... Beynimin içindeki tek bir ses, sızlanmayı bırak, işine bak dedi. Diğer seslere nazaran çok kısıktı sesi ama beynim onu dinlemeyi seçti. Sınavın bitmesine 20 dakika kala yapmam gereken her şeyi yapmıştım. Yaptığım her şeyi teker teker defalarca kontrol ettim. Salondan çıkarken beynim 2 ye bölünmüştü resmen. Biri diyordu ki bitti oğlum buraya kadar güzel yaşadın, bundan sonrasında sanayide başarılar dilerim. Diğeri de sen elinden gelini yaptın, mutlaka karşılı olacaktır diyordu. İkisinin kavgasını dinleye dinleye eve kadar yürüdüm. Eve ulaştığım da ki bayağı bir yürümüştüm. Hala kavga ediyorlardı. Eve girdim ev halkı kahvaltı masasındaydı. Sınav hakkında konuşarak kahvaltımızı yaptık.
Sınavdan aşağı yukarı bir hafta sonra hayat çok değişti. O sınava giren herkes için. 2011 YGS...
2011 YGS... Sınavdan çıktıktan sonra bir hafta kendime izin verdim. Okul haricinde herhangi bir şekilde ders ile muhatap olmadım. Bir hafta sonra sınavın ikinci bölümü olan LYS'ye çalışmaya başladım. Çalışmam gereken tek bir ders vardı. İngilizce... Sürekli gramer konularını tarıyor, kitap okuyor, kelime ezberlemeye çalışıyordum. Ama ne yaptığım testlerde nede girdiğim denemelerde başarılı olamıyordum. Nedeni gayet açıktı, yıllaca ders yok çalışma yok tabi ki de başarılı olmamın bir şansı yoktu. Ama yılmayacaktım. Kısa zamanda elimden geleni yapmaya hazırdım.
Tam bir hafta sonra, haberlerde çok enteresan bir ayrıntı görüldü. Anadolu'nun bir köşesinde görev yapan bir öğretmen sınav sorularını incelerken yanıtlarda olan bir kombinasyonu keşfetti. Bütün kamuoyu bu konuyu incelemeye başladı. Ve evet sınav soruları çalınmıştı. Hemde öyle küçük bir ihmalden dolayı falan değil, çok büyük bir organizasyonun işiydi bu. Fethullah Gülen cemaati... Cemaat ile hükumetin ilk defa karşı karşıya gelişi bu olaydı. Bu olayın merkezinde olan, bu olaydan en çok zarar gören kişiler, o sınava giren, daha 18 yaşında olan, bir kere dahi oy vermemiş olan, yanlış hatırlamıyorsam 1.5 milyonun üzerindeki öğrencilerdi. Bizlerdik... Bir önceki Hatıra defterinde o sınavın bizler üzerindeki baskısını anlatmaya çalışmıştım, hatırlarsanız. Sizce neler hissettik, neler yaşadık. Ben bugün hatırlamak dahi istemiyorum o günleri. Daha 18 yaşındayken siyasetin orta göbeğindeydik. Ne olduğunu, neden olduğunu anlamadan salak salak oradan oraya savruluyorduk. Bu konu hakkında daha fazla konuşmak isterdim fakat daha sonra derinlemesine tartışmak için kısa keseceğim. 1.5 ay boyunca hem ülke gündemi hemde öğrencilerin gündeminde bu vardı. Okula gidiyorduk bunu konuşuyorduk, dershaneye gidiyorduk bunu konuşuyorduk, eve geliyorduk televizyonun karşısında neler olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Ne ders çalışabiliyor ne kendimize zaman ayırabiliyor nede başka bir şey yapabiliyorduk.
Konuyla ilgili o dönem Habertürk'ün yaptığı haber.
YGS sonuçları açıklandığında hiç kimse gelen sonucuna ne sevindi ne üzüldü. En iyi kendimden biliyorum o ekrana sadece baktım. Rakamlarla bana başarılı biri olduğumu ifaden şeylere sadece baktım. Sanki hiçbir anlamları yoktu. 400 tam puan'a sahip olan sınavda 350 küsür puan yapmıştım. Gerçekten ama gerçekten hiçbir anlamı yoktu. Çünkü televizyonlarda sınavın iptal edilip edilmemesi tartışılıyordu. Aslında tek neden buda değil, bu kadar insanın bütün umutlarını bağladığı şey, 3-5 kendini ülkenin sahibi zanneden, 3-5 kendini din adamı zanneden, (onlara ne diye hitap edeceğinizi siz kendiniz seçin) ellerinde oyuncak olmuştu. Onlar için olmasını istedikleri savaşı başlatacak bir fitilden ibaretti. Neyse...
Hiçbir umudum olmadan ki sadece benim değil, LYS sınavına gittim, girdim. Bir şeyler yapıp geri çıktım. Eve gittim. Uyudum...
Ben görevimi tamamlamıştım. İdam mahkumunun infazını beklediği gibi odamdan çıkmadan sonuçların açıklanmasını bekliyordum. Başta ortalama kaç gün sonra açıklanacağını hesaplarken, bir süre sonra saatleri, dakikaları, saniyeleri hesaplamaya çalışırken buldum kendimi ergen odamda. Çok sinir bozucuydu, kafayı yiyordum kendi kendime. Kazanamayacağını bile bile yılbaşında TRT1'i açıp milli piyangonun açıklanmasını heyecanlı, tedirgin, bütün umutlarını bağlayan 70 yaşındaki dede gibiydim. Kazanamayacağımı biliyordum ama bir umuttu işte.
Bu şekilde eli kolu bağlı beklemek imkansızdı. Bir şeylerle uğraşmam gerekiyordu. Telefonumun rehberini kurcalarken geçen sene çalıştığım otelin F&B müdürünün numarasını gördüm. Arayıp, iş sorsam, ne derdi acaba. Belki yarım saat tereddüt ettim. Ama en sonunda aramaya bastım. Önce hal hatır sorduk birbirimize, sonra muhabbetin tıkandığı yerde müdür lafı açtı, ne yaptığımı ettiğimi sordu. Okulun bittiğini, boş boş evde takıldığımı söyledim. Ertesi gün gel işe başla dedi. Dedim olur, ama bara geçmek istediğimi söyledim. Gel, bakarız dedi.
Ertesi gün bana Pool barda barboyluk ayarladı müdür. Zaman tekrar normal akmaya başlamıştı ama sınava karşı olmayan beklentim iyice yok olmuştu. Baktım olduğum ortamda çok mutluyum. Buraya asılmaya karar verdim. Mesai saatlerinde barboyluk yapıyordum. Eve gidince oturup kokteyl çalışıyordum. Bazen mesai saatlerinde de barmenden izin alıp deneme yapıyordum. Bir süre sonra yaptıklarım şefin dikkatini çekti. Bir gün mesaiden sonra bildiğim bütün içkileri denedik beraber. Ertesi gün gelip Piyano barda yardımcı barmenliğe başlayacağımı söyleyip gönderdi beni. Ama o gece sınav sonucu açıklandı. Sonuç beklentimin o kadar üstündeydi ki, o güne kadar yaşadığım en güzel gündü o gün benim. Mutluluğu açıklayabilecek hiç bir kelime yoktu. O gece sabaha kadar tercihlerle uğraştım. En sonunda kendime bir tercih listesi çıkarmıştım. Mesai saatinden önce okula gidip, tercihlerimi yaptım. Otele geçtim. Uykusuzluk çeke çeke o günü zor bitirdim. Bir hafta boyunca biraz performansım düşse de çok düzenli çalışmaya devam ediyordum.
Bir haftanın sonunda mesaime giderken, tercih sonuçları da açıklandı. Telefondan zar zor siteye girip sonucuma baktım. İstediğim bölümü tutturmuştum. Aslında bayağı üst sıralardan girmiştim bölüme. Ankara Üniversitesi, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi, Sinoloji Ana Bölüm Dalı. Mutluluktan ölüyordum. İstediğimi almıştım. Mutluğumu paylaşmak için önce babamı aradım. Çok heyecanlı bir şekilde, anlattım. Sakin sakin, senin de yapacağın buydu, hayırlı olsun, toplantım var şimdi dedi, kapattı. Annemi aradım, ne oldu, dedi. Dedim, kazandım. Dersteyim dedi, kapattı. Ablamı aradım, açtı çocuk ağlıyo dedi, kapattı. En son abimi aradım, dedim kazandım, dedi işim var, sonra konuşalım dedi, kapattı. O an elimdeki telefonu yemek istedim.
İşte o an anladım, elde ettiğim yada edeceğim hiç bir başarıyı, mutluluğu kimseyle paylaşmama gerek olmadığını. İşte o an anladım, hayatta ne kadar yalnız olduğumu, yalnız yaşayacağımı, yalnız öleceğimi... Buradaki yalnız kelimesini yanlış anlamanızı istemem, çevrenizde kimsenin olmaması değil bunun anlamı, Ne mutluluğunuzu nede mutsuzluğunuzu paylaşacak kimsenin olmaması durumu. Bu hikayeyi ne zaman aileme hatırlatsam, hepsi meşgul olduklarından dem vuruyorlar. Hayatta hiç kimse bu kadar meşgul olmamalı. Hala daha yaptığım en ufak bir iş için bile beni tebrik etmedi kimse. Herkes bir pay çıkardı her başarıdan. Kimse demedi bu güne kadar Helal olsun, bunu sen yaptın diye. Aslında gerekte yok...
Baştan sona kadar okudum. Yaz tatillerindeki çalışma azmin ve kendini ifade etme şeklin hoşuma gitti. Çine gidişin nasıl oldu? Oğlumda Japonya da yaşamak istiyor. Sizi anlattım. Neden olmasın dedim.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Devlet bursu ile geldim Çin'e daha sonra ayrıntıları anlatacağım. İsterseniz Discorttan iletişime geçelim belki bazı konularda yardımcı olabilirim.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Congratulations! This post has been upvoted from the communal account, @minnowsupport, by patatesyiyen from the Minnow Support Project. It's a witness project run by aggroed, ausbitbank, teamsteem, theprophet0, someguy123, neoxian, followbtcnews, and netuoso. The goal is to help Steemit grow by supporting Minnows. Please find us at the Peace, Abundance, and Liberty Network (PALnet) Discord Channel. It's a completely public and open space to all members of the Steemit community who voluntarily choose to be there.
If you would like to delegate to the Minnow Support Project you can do so by clicking on the following links: 50SP, 100SP, 250SP, 500SP, 1000SP, 5000SP.
Be sure to leave at least 50SP undelegated on your account.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
@originalworks
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
This post has received a 0.52 % upvote from @drotto thanks to: @banjo.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
This post has received gratitude of 0.80 % from @appreciator thanks to: @patatesyiyen.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
This post has received a 1.80% upvote from thanks to: @patatesyiyen.
For more information, click here!!!!
Send minimum 0.100 SBD to bid for votes.
Do you know, you can also earn daily passive income simply by delegating your Steem Power to @minnowhelper by clicking following links: 10SP, 100SP, 500SP, 1000SP or Another amount
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Kendi oğlumu gördüm sankim:) inş pişman olmazsınız yaptığınız seçimlerden:)
Ara da büyük sözü dinlemek iyidir, kendimden biliyorum:))
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Çok uzun zaman geçti o günlerden daha pişman olmadım umarım ileride de pişman olmam. Tavsiyeniz için de teşekkür ederim :)
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit