Duvarda asılı olan lambanın kir tutmuş düğmesine bastı. Koridor da kirli kirli aydınlandı . Kapının önüne gelmeden önce holdeki boy aynasına baktı. Beyaz saçları, yüzündeki yorgun kırışıklıklar canını sıktı. Ağzını aynaya yaklaştırdı. Konuşmak ve yemek için açtığı ağzını bu kez kendini tanımak için yaklaştırdı aynaya. Sigaradan sararmış dişleri ; geçen yılları , sapsarı katmanı ve dolgularla diş etine tutunarak , hatırlatıyordu. Ağzının içindeki karanlık boşluk bazı dişlerini içine almış ,kaybetmişti. Tıpkı zihninin kıvrımında ki anıların beyninin bir yerlere saklanması gibi. Kaybolan dişleri de anıları gibi kayboluyordu. Aynalar dostu değildi biliyordu, yine de dağınık ve uzun saçlarını tek eliyle düzeltti . Kendini görmek istedi. Göz bebeklerine baktı. Onlarda yaş almıştı. Oysa gördüğü neydi ki sadece yaşlı bedeni ve anılar çöplüğüydü. Biliyordu. Kapının önüne geldi. Saatine baktı. Saat 11.00 i biraz geçiyordu. Bugün önemli misafirleri vardı. Ona değer veren dostları , hala geçmişteki usta sinemacı olarak biliyorlardı onu . Annesinden başka herkes onun koca yönetmen olduğunu düşünüyordu. Ah isimlerimiz , isimlerimiz. Her şeyin yükünü taşıyan isimlerimiz. Oysaki o geçmişte kalmış , hiç bir şey üretemiyordu. Son filmini yapalı on iki acı yıl olmuştu. Geceleri uyumuyordu. Yeni film projeleri rüyalarının tam orta yerinde onu ürküterek uyandırıyordu. Ah bu yaşlanmak, yaş almak , zaman aslında yenilmekti. Bedenin zamana karşı koyamamasıydı. Ama umudunu yitirmedi. Son bir kez film yapmalıydı. Mutlaka ama mutlaka. Bu hayatla vedalaşması muhteşem olmalıydı, ölümle öpüşeceği, unutulmuş sahil kasabasında.
Onu sadece geçmişi ile tanıyan insanlar onun muhteşem vedasına da şahit olmalıydı. Onlara yıllardır sadece yaptıklarıyla değil hemen şu anda yapabildikleriyle de kendini ispatlamalıydı. İçi burkuldu. Üzüldü. Yaşlı bir yönetmen olmak onda derin bir sızıydı. Kimselere anlatamadı.Anlatmadı , o yaşıyordu sadece. Bolca küfrederdi. Güzel de ederdi,ama her ettiği küfürün ardında geçmişe bir ağıt vardı. Özlüyordu güzel kadınları. En son birlikteliğinin üzerinden o da sayılırsa (kısa metrajlı bir film karesiydi ona kalan ) dokuz yıl olmuştu. Ama o hala anlatırdı, yakın bulduklarına . O bir yönetmendi ve Türk sinemasında nostaljik bir anıt taşıydı ,ziyaretçisi olmayan. Ah isimlerimiz , başarılarımız bizi nasılda esir alır. Kimseler bilemez. Ruhumuza ne büyük bir yüktür.
Seslendi anneciğine:
-koca kadın beni bekletme ,bugün önemli misafirlerim var.
– tamam, tamam geldim Ferit .
-koca kadın bugün misafirlerim var , beni merak eden bir genç adam varmış. Benimle tanışmak istiyormuş, sinemaya da meraklıymış. Bende onu merak ediyorum. Adana’dan Tezer’le birlikte gelecekler , rakı balık yaparız herhalde.
-tamam Ferit heyecanlanma seni 10 yıl öncesine kadar herkes merak ediyordu. Ne çabuk unuttun sanki. Kanın mı kaynaştı yine deli oğlan.
-olsun anne bu sefer farklı ,misafirim beni merak ediyormuş, başarılarımı ya da geçmişimi değil. O yüzden ilginç ya.
– tamam Ferit anladım ama geç kalma . Ben yeni kitabıma çalışacağım. Beni merakta bırakma. Paran var mı Ferit ? Misafirlerine mahcup olma hesabı mutlaka sen öde.
– ah be koca kadın bilmez misin beni. Ben fiyakamı bozar mıyım. Emekli maaşımı yeni aldım.
Sen merak etme . Ben dünyanın götüne parmak atmış adamım. Kimse benim hesabımı ödeyemez ,bilirsin.
Saat başı çaldır. Gözünü seveyim . Çok da içme sen artık 70 yaşındasın , bünyen kaldırmaz.
Tamam koca kadın merak etme ama sen de yaşını unutma 90 yaşındasın ve hala yazacam diye debelenip Okuyucuların toprakta gübre oldu, sen hala yazıyorsun.
Bana bak,ben başkaları için değil, kendim için yazıyorum o öyküleri. Yazmak yaşamaktır sen bilir misin, hele bu yaştan sonra. Anladın mı bilmiş adam. Yazmayı konuşmaktan yorulduğum için seçtim ben. İnsanları değil, sözcükleri seviyorum.
Koca kadın biricik oğlunun ayakkabılarını eğilerek giydirdikten sonra onu yolcular ve kapıyı
usulca örter.
Elinde ki yılan başlı baston ile yavaş yavaş ve geçmişten kopmadan yürümeye başlar, şöhretli yönetmenimiz. Her zaman yaptığı gibi kasabanın meydanındaki çay ocağına gider.
Demlenme zamanı gelene kadar oyalanır. Günlük gazetesini okur. Sıkılır. Çay üstüne çay içer, içirir. Tanıdığı ve eskittiği çevre esnafı ile lakırdı üzerine lakırdı yaparak, bir günü
tüketmeye çalışırdı. Kendini çay ocağında güvende hissediyordu. Ayrıca sıkıştığında hesaba yazdırıyor, maaş zamanı kabaran hesabını ödeyebiliyordu. Son yıllarını geçirdiği bu kasabada yüzü ve bedeni eskimiş ,anlatıklarının bir anlamı yoktu. Yeni kuşak zaten bir ihtiyar olarak görüyordu onu. Bilenlerde hep aynı hikayelerden sıkılmış, göz ucuyla merhaba yönetmenim deyip, lafı uzatmadan yürüyorlardı. Eskiden ona dokunmak için sıraya girenler, artık sıraya girmeyi bırak ona teğet bile geçmemeye çalışıyorlardı. O bunların farkındaydı. Gururu onu dik tutuyordu. Neşeli tavrından ve bilgiçliğinden taviz vermiyordu. O hala geçmişteki Ferit’ti. Aslında insanın bedeni yaş alır, ruhu değil. O eski zamanlardaki gibi, genç kızlarla fingirdeşmek ve göğüslerini avuçlamak isterdi. Oysa ki zaman insanı teslim alır. Hapseder ruhunu değilse de bedenini. Zamana yenilmişti en zoru da bunu kabullenmek.
Bastonuna ve anılarına dayanarak kasabanın meydanına yavaşça yürüyerek geldi. Şanslıydı ki yaşadığı ev meydana çok uzak değildi. Bir defasında merak etmiş 652 adım saymıştı. Oysa ki film setlerinde binlerce adım atmıştı. Ne heyecanlıydı o gençlik yıllarında.Deli doluydu. Hayalleri ve sevdiği kadınlar vardı . Hep en iyisi olmak istemişti . Oldu da. Şimdi ise sonradan gelenler onu geçmişti,onun kendinden öncekileri geçtiği gibi, kabullenmek zor.
Çay oçağının bahçesine oturdu. Önce öğlen kahvesini söyledi. Etrafına bakındı. Kimseler yoktu. Öğleden sonra meydan kalabalıklaşacak ve o sadece göreceği ama asla dokunamayacağı genç kızlara iç geçirerek uzaktan bakacaktı. Akşam eve gittiğinde sadece hayal kuracaktı. İşte facia buydu. Olmak isteyip olamamak. Ama renk vermeden bildiği küfürleri kasabaya kazandıracaktı. Daldı . Geçmişe ve meydanın sessizliğine.Saatine bakındı durdu.Saat on ikiyi’ yi biraz geçmişti. Birazdan Tezer arar diye düşündü. Genç adamı düşündü uzun zamandan sonra , ilk kez onun için gelen biri vardı. Kasabadan değildi uzaklardan. Bu kasabada kim fark etti ki onu ve filmlerini , o aptal aptal bakan kasabalı için sadece ama sadece meydanda bir figürdü, yönetmendi, bilirdi. Acaba kaç kişi onun bohem hayatındaki o çılgın yılları bilirdi ki. Kimseler bilmezdi 6-7 eylül’ olaylarında , basılan o gazeteyi – Yeni İstanbul’u- dağıtan müvezzi oydu (.-yazıyoooo, yazıyoooo. ATATÜRK’ün evini bombalamışlar) -O sadece bir yönetmen değil tarih yapıcıydı. Ya o gazeteler dağılmasaydı. Keşke dağılmasaydı. Belki İstanbul İstanbul kalırdı. Corji yine Neşe Meyhanesinde içki satardı, alkoliklere ve parasız şairlere. Artık veresiye içmek de kalmadı. Oysa Corji’nin defteri hep kabarıktı.Bir keresinde görmüştü. Ah ne sırlar saklıdır o defterde. Sait’in,Bedia’nin,Cahit’in. Jorji vasiyetinde ‘’defterimi mutlaka yakın ‘’ demiş çalışanlarına. Ne özel adamdı .O bilmeden , bu adamların yok oluşuna odun taşımıştı. Yıllardır içinde keskin bir bıçak öylece durur. Her geçmişe daldığı an ,yüreğine dokunur , sızlardı göğüs kafesi .
‘’Kendi başıma otururken , bir gözüm akrep ve yelkovanın dansındayken, can büfenin köşesinden Tezer ve genç adamı seçebildim. Allah’tan gözlerim hala görüyor. Mutlu oldum.
Uzun zamandır birilerini beklememiştim. Beklemeyi de özlermiş insan. Yakınlaştıklarında. sevinç kapladı içimi. Tezer’i de özlemedim değil ama genç adamı ilk kez görecektim. Ona herkese anlattıklarımı yeniden anlatacak, heyecanlanacaktım. O şaşırı verecek oysa ben yıllardır ezbere anlattıklarımı anlatacaktım. İlk kez duyacak bense daima anlattıklarımı anlatacaktım. Mutluydum.
İyi bir kadraj almış kadar mutluyum. Genç adam ve Tezer kadraja girdiler. Ellerimle hemen kamera yaptım ve biraz da onlara sempatik olmak istedim .Sinemacılık işte. Sevdiklerini kadrajla karşılardı elbette benim gibi özleyenler. Bana yakınlaştılar kadrajı bozdum. Tezerle sarıldık, eski bir dosttu o. Genç adam ile tokalaştık .
Merhaba Ferit Abi , dedi. Şaşırmıştım. İlk defa görüyor ve abi diyor. Tipik esnaf ağzı.
Bende merhaba genç dedim. Hoş geldiniz. Genç adam önce sessiz kaldı. Biz Tezer’le yeni projesini konuşurken ,genç adamı tanıştırdı.
-Ferit bu genç Adana’dan sinema meraklısı. Seninle özellikle tanışmak istedi.
-Ya Tezer bu zamanda eski sanatçıları tanımak isteyen kaldı mı?. Biz bu boktan kasabada ölümü bekliyoruz. Bizi hatırlayan çıkıncada hayat öpücüğü almış gibi oluyoruz. Beni de bu yaştan sonra genç hanımlar değil, genç erkekler hatırlıyor.Ah bir de onlar hatırlasa değil mi?. Nihayetinde biz bu dünyada misafir sayılırız, gitmek günü yakın.
misafirlerime ne içeceklerini alışılmış üzere sordum. Çay dediler.
Genç adam 30 lu yaşlarda,sakallı ve hemen dikkatimi çeken künye ve yüzüğüyle merakımı cezbetti.
Meraklı genç antika meraklısı gibi beni süzdü. Önceleri çok konuşmadı. Kendini frenlediği belliydi. Biz Tezer’le dedikodu yaptık. Bana yapılan geceden bahsettik. Beni Adana’ya davet etti. Bir yandan meydanı gözetlerken bir yandan genç adamı gözledim.
Bir süre çay evinde durduktan ve ekibin diğer elemanları geldikten sonra, her zaman takıldığımız sahil meyhanesine yol aldık. Ben bastonum ile yavaş yavaş yürüdüğümden genç adam önde biz arkada Tezer’le kol kola yürüdük. Genç adam arada bir arkasına bakıyor. Belki de ilk kez bastonlu bir yönetmen görmenin şaşkınlığıyla bakıyordu. O bilmiyordu ki ben artık eski bir yönetmendim. İçim burkuldu. Bastonla yürümeme kasabalılar da , bende alışmıştım. Ancak beni gözünde büyütenler için bastonum bir hançerdi sırtımda. Hem onları hem de beni yaralıyordu.
Demleneceğimiz yere geldik . Otağımızı kurduk . Ordum kalabalıktı. Misafirlerimi karşıma oturttum. Komutan bendim çünkü ben yönetmendim, zira hayatımda hiçbir zaman yönetilmedim, ben kimseyi dinlemez sadece kendimi dinletirdim. Diğerleri zaten aynı hikayeleri başından sonuna bildiklerinden onlar için nereye oturduklarının anlamı yoktu. Genç adam gece boyunca beni pür dikkat ve merakla dinledi. Çok soru sorduğundan onun hızına yetişmek zordu. Ben mutluydum. Genç adam meraklı , ve bu konulara ilgiliydi. Genç adam beni geçmişe soktu soktu çıkardı. Onunla zamanda sörf yapar gibiydim. Bana uzun zamandır hatırlamadığım isimleri hatırlattı.
Arada bir çok soruyor diye kızarmış gibi yapsam da uzun zaman yaşadığım bu kasabada bana bu soruları soran ,geçmişe dair anekdotları hatırlatan biri karşımdaydı. Keyifliydim. Gece bitmemeliydi, bu genç adam bana gençliğimi hatırlattı. Bende meraklıydım. Okuldan kaçar cadde-i kebir’ de bazen yalnız bazen muharrir Oktay’la gezer ,sinemalara ,oradan da sevdiğimiz ve merak ettiğimiz meyhanelere giderdik, Nisuaz, Kulis,Neşe,yada Çiçek Pasajına giderdik. Ama çekinirdik yaşlı adamlardı onlar. Hem bizden büyük hem de önemli şahsiyetlerdi onlar. Oysa onların yürekleri küçücüktü. Onları biz koyardık o yüksek tepelere. Gece olunca hesap ödenebilirse eğer onlar dolmuş durağına yol alırlardı.Ama biz bilmezdik. Sonradan içlerine karışınca öğrendik onların yalnız ve yolsuz olduklarını. Genç adam beni zaman yolculuğuna çıkarmıştı. Ben çocuk o baba misali elimden tutmuş, beni gezdirmişti. Arkadaşlarıma , unuttuklarıma kavuşturmuştu. Sen çok yaşa genç adam.
Bu yaşamdan Hayalet Oğuz geçti, evet hayalet gibi. Onu hatırlamayalı çok uzun yıllar geçti.İnsan unutulur.Lakin bir gün bir genç adam hatırlattığında tokat gibidir o geçmiş. Utandım. Oğuz’u unuttuğuma . Onu yeni yetme bir çocuk hatırlattı. Aslında utanmasam ağlardım, ama utandım. Gözlerim doldu. İnsan yaş aldıkça yeni arkadaşlarını değil ,topraktakileri özlüyor.Anılar kalıntılara dönüyor,ben de kalıntıların içinde dolaşan bir kuş gibi kanat çırpıyordum.
Utancım ağır bastı,gece bitsin istedim .Tezer’le göz göze geldik. Anlaştık onunla.Konuşmadan.
Garson metinden hesabı istedim. Annemin tembih ettiği gibi masanın hesabını ödedim. Masadakilerden müsaade istedim.Vedalaştık . Genç adama tekrar görüşmek üzere diyerek ayrıldım .
652 adımı yine düşünerek, eve doğru yol aldım. Kapıyı yavaşça anahtarımla açtım. Koca kadın uyumuş olmalıydı. Ayakkabılarımı çıkardım.Lambanın yine kirli tuşuna bastım. Bastonuma dayanarak holden yavaşça odama sığındım. Üstümü bile çıkarmadan, yatağıma uzandım. Duvardaki film afişleri ile yüzleştim. Onları ben yönetmiştim. Eski arkadaşlarımla ,yani ölülerle göz göze geldim. Utandım. Korktum. Ben nefessiz kalamazdım , toprağın altında. Son bir film yapmalıyım. Nefes almalıyım. Boğuldum tanrım-acı bana-. Bir kadının öpücüğüne hasret kaldım. Öpün beni, öpün gözlerinizle. Ellerim boşlukta ,sadece bastonumun sertliğini hissettim ve sadece bastonuma sarılıp, içime ağladım. Kimseler görmedi, ama biliyorum koca kadın mutlaka duymuştur. O bir anne.
Congratulations @enverturan! You received a personal award!
You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking
Do not miss the last post from @steemitboard:
Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Congratulations @enverturan! You received a personal award!
You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking
Do not miss the last post from @steemitboard:
Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit