Öteki Lisan

in hive-179764 •  3 years ago 

image.png

Pan Cafe’de sipariş verme sırasını beklerken; dans eden kız hologramını seyrediyordum. Pan Cafe’ye neden geldiğimi bilmiyordum, ayaklarım beni buraya getirmişti. Kırmızı elbisesi içinde dans eden kızı büyülenmiş gibi izliyordum. Yaşadığım onca olaydan sonra el kadar bir görüntünün, ışıktan oluşmuş bir hayalin beni böylesine etkilemesi ilginçti.

Sıra bana gelince parmağımla “bir” işareti yaparak “latte,” dedim. Siparişi alan çocuk anlamadığım birkaç söz söyledi. Siparişi doğru girmişti, dolayısıyla ne söylediğini anlamaya çalışmadım. İçeceğimi hazırlayan kız da bardağı bana uzatırken anlamadığım bazı sözler söyledi. Sözlerini anlamamamı ağzının içinde konuşmasına yordum, latteyi alıp yakındaki masaların birine oturdum.

Yan masadaki kız arkadaşına hararetli bir biçimde bir şeyler anlatıyordu. Ne yazık ki anlattıklarından tek kelime anlamıyordum. Büyük bir şok yaşamış olabilirdim; ama henüz aklımı yitirmiş değildim ya da en azından öyle olduğunu umuyordum. Diğer yandaki masada konuşulanları duymak için kulak kesildim, onların konuştuklarından da tek kelime anlamıyordum.

Bir durum değerlendirmesi yapsam iyi olacaktı. Yarım saat kadar önce kendimi iyi hissetmediğim için işten eve dönmüş, göz taraması yoluyla dairemizin kapısını açmış ve yatak odasından tuhaf sesler geldiğini duymuştum. Gözüm salonda ışıkları sönük ve hareketsiz bir biçimde duran hizmet androidimiz Sappho’ya takılmıştı, galiba evdeki olaylara şahit olmaması için kapatılmıştı. Kulağıma gelen sesleri yanlış yorumladığımı umarak yatak odasına gitmiş ve eşimin başka bir adamla seviştiğine şahit olmuştum. Eşimle ve yatağımdaki tanımadığım adamla göz göze geldikten sonra tek kelime söylemeden evden çıkmıştım.

Levent’in ara sokaklarında bir süre amaçsızca dolaştıktan sonra Pan Cafe’ye gelmiştim. Yaşadıklarım tahammül edebileceğim sınırın epeyce ötesine geçmiş bulunuyordu. Son iki ayda bütün birikimimin gözlerimin önünde ağır ağır erimesine şahit olmuştum. Faaliyet gösterdiğim ayakkabı piyasasında tam bir çöküş yaşanmış ve bir kardan adama benzettiğim birikimlerim yok olma noktasına gelmişti. Kış ortasında sanki yakıcı bir güneş ortaya çıkmıştı ve günler boyunca gökyüzünde tek bir bulut bile görünmemişti.

İçeceğimi bitirmeden Pan Cafe’den çıktım ve bir elektronik sigara yaktım. Cafe’nin önünde bıraktığım kapsül motosikletime atlayıp annemle babamın oturduğu Kadıköy’e doğru ilerlemeye başladım. Kapsül motosikletimde Manowar çalıyordu ve ben sözleri anlayabiliyordum. Demek ki delirmiş değildim, sadece Türkler başka bir dil konuşmaya başlamışlardı.

Kapsül motosikletim otomatik pilotta boğaz köprüsüne doğru ilerlerken her şeyin başladığı o uğursuz günü hatırladım. Oğlumuzu okula götüren servis aracı İstanbul Boğazı’nın kıyısında yere çakılmıştı. Uçan arabaları onca yıl umut ve merakla bekledikten sonra meydana gelen hazin bir kaza. Kazada çocuğumuzu kaybettikten sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Psikoterapi ve anti-depresanlar evlat acısını dindirmeye yetmemişti. Zamanla alışır gibi olmuştuk belki ama beyinlerimizin içinde rahatsız edici bir uğultu kalmıştı. Hayatlarımızın ne kadar kırılgan olduğunun farkına varmıştık. Eylem olaydan belki daha çok etkilenmişti ya da üzüntüsünü daha iyi dışa vurabiliyordu. Her ilişki birlikte oluşturulan bir hikayedir. Hikâye acılaştıkça ilişki zeminini kaybeder.

Annem pek evde oturmaz, neyse ki evdeydi, beni anlamadığım sözler söyleyerek karşıladı. Ona Pan Cafe’de başımdan geçenleri anlattım ve elbette Eylem’in yaptığı şey hakkında tek kelime etmedim. Bakışları sözlerimin tek kelimesini bile anlamadığını söylüyordu. Söylediği sözler arasında anladığım tek sözcük, “Sarp”tı. Olup bitenlere anlam veremediğim bu paralel dünyada en azından ismim aynı kalmıştı demek ki. Belli ki annem ona bir tür şaka yaptığımı düşünüyordu, ona kendisini anlamadığımı söylediğimde bana öfkeli sözlerle cevap verdi. Sonunda yüz ifademden onu anlamadığımı kavramıştı neyse ki, eliyle içeri girmemi ve oturmamı söyledi. Gidip mutfaktan bana bir bardak su getirdi. Suyu içince eski halime döneceğimi ummuştu herhalde, ben de birdenbire böylesi bir hayale kapıldım ve suyu içip bitirdikten sonra ona teşekkür ettim. Annem söylediğim sözleri tekrarladı ve elini çenesinin altına koyup düşünmeye başladı.

Biraz sonra aklına bir şey gelmiş gibi kalktı ve birkaç telefon görüşmesi yaptı. El kol hareketleriyle bana aç olup olmadığımı sordu, aç olmadığımı anlayınca meyve getirdi ancak getirdiklerini yemedim, canım hiçbir şey istemiyordu.

Aynen çocukluğumda olduğu gibi annemle babam öndeydi ve ben arka koltukta oturuyordum. Babamın özdenetimli uçan otomobili rotasını hava trafiğine göre optimize edebilmek için alçalıp yükselerek ilerliyordu.

Çıplak vücudumun üzerine naylonlu garip bir entari giydirmiş ve beni görüntüleme cihazının içine sokmuşlardı. Makinenin içinden eşine kaportacı dükkanlarında rastlanabilecek bazı takırtılar geliyordu. Çocukluğumda da kronik baş ağrısı sebebiyle böyle bir cihaza girmiştim, teknoloji bazı alanlarda hiç ilerlemiyordu, beyin kesitlerimin fotoğrafının çekilmesi bu kadar uzun sürmemeliydi. İşlem nihayet tamamlandığında üşümüştüm ve sarhoş gibiydim. Entariyi çıkarıp kıyafetlerimi yeniden giymek ölüm gibi geldi.

Annemle babamdan farklı olarak doktor İngilizce bildiği için kendisine yaşadıklarımı anlatabilmiştim. Türkiye’de doğup büyümüş bir insan olarak anadilimi unutmuş olduğum anlaşılıyordu. Türkçe olduğunu düşünerek konuştuğum dil neydi o zaman? Doktor, Google’ın çeviri servisini açıp konuşmamı rica etti. Çocukken lunaparktaki çarpışan arabalara binmekten ne kadar hoşlandığımı anlatmaya koyuldum. “Marika,” dedi annem, gizemi çözmüştü galiba, yüzü aydınlanmıştı çünkü. Doktor Kaan Ersöz konuştuğum dilin Gürcüce olduğunu söyledi. Annem çalıştığı için doğduğum günden yedi yaşıma kadar bana Marika bakmıştı.

Vakanın aydınlandığını düşündüğü için doktor da rahatlamıştı: “Yaşadığınız bir sarsıntı zihninizde Gürcücenin gömülü olduğu sandığın kapağını açmış ve bu arada Türkçeyi unutmuşsunuz. Böyle birkaç tarihsel vaka okuduğumu hatırlıyorum. Ancak o olaylar fiziksel bir travma sonucu gerçekleştiği için sizin vakaya böylesi bir teşhis koymak aklıma gelmemişti,”

“Evlat acısı hiçbir şeye benzemez, son günlerde işleri de bozuldu yavrumun,” dedi annem. Yaşadığım son olayın her şeyin üzerine tuz biber ektiğini bilmiyordu tabii.

“Kesin bir şey söylemek zor. Beynin dil konusunda uzmanlaşmış bölgesinde herhangi bir fiziki deformasyon görünmüyor. Durum yarın düzelebilir ya da hiçbir zaman düzelmeyebilir.”

Dönüşte annem ve babama beni eve bırakmalarını söyledim. Eylem evdeydi ve sevgilisi gitmişti. Ona İngilizce olarak yatağımızda neden bir başka adamla birlikte olduğunu sordum. O kadar büyük bir suçluluk duygusu yaşıyordu ki neden İngilizce konuştuğumu bile sorgulamadan İngilizce olarak “Özür dilerim. Kendimi akıntıya kaptırdım,” dedi.

“Ne zamandır var bu ilişki?” diye sordum.

“Birdenbire oldu,” dedi Eylem.

Annemlerin evinde yeniden Türkçe konuşmaya başlayacağımı umarak geçirdiğim bir ayın sonunda şirketim iflas etti. Ancak nedense başıma gelenleri metanetle karşılamaya başlamıştım. Elimde kalanları kullanarak belki yeni bir başlangıç yapabilirdim. Annemden Marika’nın telefonunu alıp hâl hatır faslından sonra ona Gürcistan’da ne iş yapabileceğimi sordum. Marika şaşkındı, Gürcüceyi çok iyi konuştuğumu söyledi ve nasıl öğrendiğimi sordu.

“Sen konuşurken öğrenmişim demek ki. Sesini yeniden duyduğuma çok memnun oldum.”

“Ben de öyle. İş meselelerinden anlamam; ama tanıdıklarım var. Seni onlarla konuşturabilirim. Kim bilir ne kadar büyümüşsündür…” dedi.

Üç gün sonra Türk Hava Yolları’nın Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e giden uçağındaydım. Yeni bir ülkeye taşınmak yeni bir başlangıç için doğru seçim olabilirdi.

Görsel Kaynağı: https://pixabay.com/photos/font-lead-set-book-printing-705667/

Authors get paid when people like you upvote their post.
If you enjoyed what you read here, create your account today and start earning FREE STEEM!