TDK’ya göre Mutezile nedir?
Kaderi inkâr ederek "kul, ettiklerinin yaratıcısıdır" diyen ve Tanrı'nın sıfatları konusunda sünnet ehlinden ayrılan bir felsefe
"ayırmak, uzaklaştırmak" anlamındaki sıfat kokunden olan mu‘tezile kelimesi "uzaklaşan, ayrılıp bir köşeye çekilen" demektir.
Mutezile’nin ortaya çıkışı ile ilgili görüşler
Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra bazı sahabîlerin üzüntüleri sebebiyle
evlerine çekildikleri, fitne ortamından uzak durmak için siyasî işlere karışmadıkları ve bundan dolayı kendilerine lügat manası itibariyle "mu‘tezile" denildiği bilinmektedir.
Ayrıca Hz. Hasan'ın hilafetten feragat edip, Muaviye'ye hilafeti teslim etmesinden sonra, Hz. Ali'nin yanında yer alan bazı Müslümanların, Muaviye ve diğer insanlardan ayrılıp evlerine ve mescitlere bağlanıp "biz ilim ve ibadet ile meşgulüz" dedikleri de kaydedilmektedir.
Ancak alimlerin çoğunluğu, Mu‘tezile’nin ileride bir mezhep olarak oluşumunun esas alacağı görüşlerin en önemlilerini ilk olarak ortaya atanların Hasan-el Basrî'nin talebelerinden Vasıl bın. Atâ (v. 131/748) ile Amr bın. Ubeyd (v. 144/761) olduğunda görüş birliğindedir.
Şehristanî'nin belirttiğine göre; bir kimse Hasan-ı Basrî 'ye gelerek şöyle dedi: “Ey imam! Zamanımızda büyük günah işleyenlerin kafir olduğunu söyleyen bir topluluk çıktı. Onlara göre büyük günah işlemek, kişiyi dinden çıkaran bir küfürdür. Bunlar Hariciler’den Vâidiyye fırkasıdır. Bir diğer topluluk ise büyük günah işleyenler hakkındaki hükmü tehir (ircâ) etmektedir. Onlara göre ise nasıl küfürle beraber tâatın (hayırlı iş) bir faydası yoksa, imânla beraber günahın da bir zararı yoktur. Bunlar da Mürcie fırkasıdır. Bize bu konuda bir itikad yolu çizer misin?” Vasıl b. Atâ, hocası Hasan-ı Basri'nin bu meseleye vereceği cevabı beklemeden, kendisi öne atılarak; “ben büyük günah işleyenin mutlak olarak ne mü'min ne de kâfir olduğunu söylerim. O, iki yer arasında bir yerdedir (el-menzile beyne'l menzileteyn). Ne mü'mindir, ne de kâfirdir” dedi ve daha sonra ayağa kalkıp, Hasan-ı Basrî'nin ders halkasından ayrılarak mescidin başka bir direğinin
dibinde kendine bir yer tuttu. Hasan-ı Basrî 'de ona: "Vasıl bizden ayrıldı (i'tezele)" deyince, bunun üzerine Vasıl ve arkadaşları "ayrılanlar" manasında Mu‘tezile mezhebinin çekirdeğini teşkil etmiş oldular.
Her ne kadar Vasıl bin Ata'nın Hasan-el Basri'den ayrılmasına neden olmuş olsa da, büyük günah işleyenin durumu konusunda Hasan-el Basri'nin savunduğu görüş, Mutezile'nin görüşüne çok yakındır.
Bunun yanında bazı Sünni İslam âlimleri ise Mutezile isminin, kader konusunda Mutezile ile yakınlaşan bir Yahudi mezhebi olan “Ferusim"in isminin Arapça'sı olduğunu ileri sürmüştür.
Mutezile'nin Gelişmesi ve Çökmesi
Mutezile isminin kökeni ne olursa olsun, dini bir sistem olarak Basra'da doğduğu kesindir.Burda çıkan ayrılıkçı fikirler hızla gelişerek daha Emeviler devrinde bile bazı halifeleri etkisi altına aldı.Son Emevi halifeleri bu meshebi resmen kabul etmişlerdir.
Emevi devleti yıkılıp yerine Abbasî hilafeti geçince Mutezile'nin durumunda önemli gelişmeler oldu. Mehdî'nin hilafeti döneminde, Mu‘tezile'nin mücadele metodundan ve iknâ gücünden istifade edilmek istenince, Mu‘tezile, Abbasîler’in adeta resmi mezhebi niteliğini kazanmaya başladı.
Hârûn Reşîd'in iktidara gelmesiyle Mu‘tezilîler itibarlarını arttırdılar. Mu‘tezilî âlimlerin bilgisine ve ikna gücüne önem veren halife, bazılarını tebliğ için Bizans’tan Çin'e
kadar uzanan birçok bölgeye gönderdi.
Hicri 198-232, Miladi 813-846 yılları arası Mutezile'nin altın çağı oldu. Özellikle Me'mun gibi bir halife'nin Mutezile'yi resmen mezhep edinmesi, itizali fikirlerin esasl ı bir surette müslümanlar arasında yayılmasını sağladı
Mu'tezile'nin devlet otoritesi ve resmi mezhebi haline geldigi bu dönem, Ehli sünnet âlimleri ve müslüman halk açisindan izdirabin hüküm sürdügü bir dönem olmustur. Mu'tezile doktrinini devletin resmi görüsü olarak benimseyen, devrin hükümdarlari el-Me'mun, el-Mu'tasim ve el-Vâsik, bununla yetinmeyip resmi organlar vasitasiyla halki da bu görüsleri kabullenmeye zorladilar. Özellikle, Kuran-i Kerim'in yaratildigini varsayan Mu'tezîli görüsün devlet eliyle zorla kabul ettirilmeye çalisildigi bu dönem, Islâm mezhepleri tarihinde "mihne" olarak bilinmektedir. Basta Ahmed b. Hanbel (öl. 241/855) olmak üzere, resmi düsünceye karsi çikan pek çok Islâm âlimi, bu tutumlarindan dolayi mahkûm edilip iskenceye maruz kaldilar.
Bir tür Engizisyon anlamina gelen "mihne" el-Me'mun'dan sonra, el-Mu'tasim ve el-Vâsik dönemlerinde de siddetini artirarak devam etti
Baslangiçta hür düsüncenin savunucusu olarak ortaya çikan Mu'tezile, bu halifeler döneminde tam aksi bir pozisyonda bulunmustur. Mu'tezile'nin parlak dönemi ve dolayisiyla "mihne" hadisesi, el-Vâsik'in ölüp yerine el-Mütevekkil (247/861)'in geçmesiyle son buldu. Mu'tezilî düsünce el-Mütevekkil' döneminde hüküm giyip cezalandirilmisti devlet kademelerinden kovuldu ve giderek gerilemeye basladi. Bu mezhep, sonra Hicri 4. yüz yılda Şii olan Büveyh ogullari ve Selçuklu sultani Tugrul Bey dönemlerinde ragbet görmüsse de bir daha eski itibarina kavusamamistir
Mezhepler tarihi kaynakları, Mu'tezile'nin çöküsünü hazirlayan sebepler olarak, "mihne" hadisesini ve akla aşırı derecede önem vermelerini gösterir
MUTEZILE'NIN İNANÇ SİSTEMİ
Mu‘tezile, aklın sahası dışında bulunan âhirete ve metafiziğe ait bazı konuları akıl ile izah etmeye çalışmış ve akla kaldıramayacağı bir ağırlık yüklemiştir.
Değerlendirmede tek ölçü akıl olunca, birçok konuda Kur'an ve sünnet,
dolayısıyla Ehl-i Sünnet esasları ile uyumlu olmayan bazı inanç biçimleri
ortaya çıkmıştır. Mu‘tezile, Allah Teala'nın ahirette müminler tarafından
görülmesini ve sâlih kimselerin şefaatini inkâr etmiş, kulların menfaatine
olan şeyleri yaratmanın Allah'a vacip olduğunu ileri sürmüştür
İtikadî (inanç) alanı sistematik bir şekilde tanzim eden ilk mezhep Mu‘tezile'dir.
Başlangıçtan itibaren Mu‘tezile kelâmcıları İslâm dininin temel ilkelerini
usûl-ü hamse başlığı altında ele almışlardır
Tevhid: Allah'ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olduğunu
kabul etme anlamına gelen tevhid, usûl-u hamsenin temelini teşkil eder
Adalet: Adalet esasının konusu Mutezile'nin kader konusundaki görüşüdür. "İnsan fillerinde hür değildir." görüşünü benimseyen Cebriyye mezhebine karşı çıkarak Mutezile "insanın fiillerinde tamamen hür olduğu"na inanır. Mutezile inancındaki adalet esasına göre kişi kendi fillerini kendisi yaratır. Bunu da Allah'ın kişiye bahşettiği bir yaratma kudretiyle gerçekleştirir. Fiilerin yaratılmasında Allah'ın bir müdahalesi olmadığına inanırlar.
Va'd ve Vaîd: Gelecekte bir kimseye bir faydanın ulaştırılacağını veya
ondan bir zararın giderileceğini bildiren habere va'd, onun bir zarara
uğrayacağını yahut bir faydadan mahrum bırakılacağını içeren habere de vaîd
denir. Allah'ın va'd ve vaîdinde durmaması, verdiği haberin vakıaya uygun
olmaması söz konusu değildir. Bundan dolayı dünyada iyilik yapanları
mükâfatlandırması, günah işleyenleri de cezalandırması “zorunludur”.
Allah'ın emirlerine uyup işlediği büyük günahlardan tövbe etmiş olarak
ölenler âhirette mükâfatı hak eder, büyük günahlardan tövbe etmeden ölenler
ise cehennemde “ebedî” olarak kalır. Ancak bunların azabı kâfirlerin
azabından daha hafiftir.
el-Menzile beyne'l-Menzileteyn: Bu esas, büyük günah işleyen kişinin,
küfrü gerektiren bir inkârda bulunmadığı için kâfir olmayacağı, fakat işlediği
günah sebebiyle de imanda kalamayacağı, bu ikisi arasında bir yerde
bulunacağı şeklinde açıklanmaktadır. Mu‘tezile bu kişiyi fâsık diye
nitelemektedir. Fâsık tövbe etmeden öldüğü takdirde ebediyen cehennemde
kalır
Emr-i bi'l ma'rûf ve nehy-i anil münker: iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak . Mutezile mezhebinin bu esasına göre kişi itikadi ve ameli konularda insanları iyiliğe çağırmalı, iyili yaymalı, kötülüğe karşı ise sakındırmalı, uyarmalıdır. Bu esastan yola çıkarak Mutezile mezhebi mensupları uzun yıllar boyunca birçok farklı görüşten, mezhepten ve inançtan insanla tartışmış, hatta zaman zaman tartışmalara şiddet ve kavga da karışmıştır.
Mu'tezile mezhebine göre bu beş ana esasın birine veya daha fazlasına inanmayan kişi Mu'tezili olamaz.
SONUC
Mutezile Kelâm tarihinde akli bir sistem takip etmiş ve hür düşüncenin temsilcisi olmuştur. Nitekim Islam düşüncesinde Yunan felsefesiyle ilgilenmek ve felsefeyle ilgilenmek Mutezile ile başlamıştır. yapılan ticari ve siyasi irtibat sayesinde
Yunan kültüründen haberdar olmuşlardır
Yine Islam düşüncesi tarihinde tercüme faaliyetleri de, Mutezilenin
iktidarda bulunduğu sıralarda hızlanmıştır. Mutezili Halife Me'mun ilmi ve ilim adamlarını korumuştur. Onun devrinde Islam alemi akla dayanan reformcu bir hamle içinde olmuştur.
Mutezile, Tevhid esasını akli bir yolla izah etmiştir. Allah'ın bir olduğunun sadece Kur'an da yazılı olduğu için değil, akılla da bilinmesi gerektiğini söylemiştir
Mutezile Tevhid sistemine dayanarak, Allah' ın âhirette gözle görülemiyeceğini ileri sürmüştür. Çünkü onlara göre, Allah' ın gözle görülmesi demek cisme benzemesi demektir.
Allah ise; cismi sıfatlardan münezzehtir(kapsamında olunsa idi daha aşağı bir durumda olunacak olan şeylerin kapsamında olmama. mesela tanrı cinsiyetten münezzehtir); hiçbir şeyin eşi ve benzeri değildir.
Mutezile'nin İslâm düşüncesine getirdiği en önemli yeniliklerden biri de, insanın kendi fiilini kendisinin yaratmasıdır. Mutezile'den önce bu düşünce henüz bir sistem haline gelmemişti. Mutezile "adalet" prensibinden hareket ederek, Allah' ın insanları iradelerinde hür bıraktığını beyan etmiştir. Onlara göre, Allah' ın âhirette ceza veya sevap verebilmesi için, insanların fiillerini kendi iradeleriyle yapmış olmaları gerekir.
Mutezile'nin böyle bir düşünceyi savunması , İslâm düşüncesi tarihinde
önemli sonuçlar doğurdu:
Siyasi alanda idarecilere, kendi fiillerinden dolayı mesul olacakları hatırlatılmış oluyordu. Böylece Mutezile keyfi idareye son vermek ve sosyal adaleti yerine getirmek teşebbüsünde bulunmuştu. Yine Mutezile'nin adalet prensibinin sonucu olarak, ferdi teşebbüse önemli surette yer verilmiş oluyordu. Müslümanların her şeyi Allah'a ve kadere yüklemek zihniyeti önlenmeğe çalışılıyordu. Kısacası kendi fiilini kendisinin yarattığını düşünen insan, Mutezile'ye göre tembellikten kurtulacaktı
Sözün özü, Mutezile, bazı kollarının taşkın bazı iddiaları bir tarafa
bırakılırsa, aklın ve ilmin gelişmesine yardım eden önemli bir düşünce
sistemi kurduğu söylenmelidir.
Mutezile ne bir mezheptir ne de unutulmuş ne de çökmüştür. Hala var olan bir delalet fırkasıdır ve sayıları da oldukça fazladır. Mutezilenin en belirgin sıfatlardan birinin iman ile amelin ayrı tutmaları gözümüzün önünde tutsak, bugün gerçekten ne kadar çok -amel etmeyen ama ''kalbi temiz'' olan- Mutezilecilerin var olduğunu anlayabiliyoruz.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Bu yazı akademik bir çalışmadır. O nedenle akademik kaynaklar kullanılmıştır. Yazarken halkın mutezile konusundaki bilgisi de araştırılmıştır ancak türkiyede tanınırlığı çalışmanın yapıldığı dönemde yok denebilcek kadar azdır.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit
Yazı akademik olduğu belli, ama akademik olması illa da doğru olduğunu anlamına gelmiyor.
Türkiye'de tanınmaması de gayet normaldır, zira Türkiye'de din hakkında, din tarih hakkında ve dinin başka bölümler hakkında mmalesef yok denilecek kadar az bilgi vardır.
Ayrıca, Hassan el Basri'nin büyük günah işleyenler hakkındaki görüşü Mutezile'den oldukça değişik bir görüştür, zira o büyük günah işleyenlerin münafık olduğunu savundu.
Lakin burda böyle bir yazı -bilgiler yüzde yüz doğru olmazsa bile- gördüğüm için sevindim.
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit