Görmek
En sevdiğim kitapların birinde konumla çok alakasız olan bir durumda şöyle yazmıştı yazar. “Öylesine dalıyordu ki bir şeye bakarken, sanki o an aynı dünyada nefes almıyorduk.” Bazen biz de yaşıyoruz böyle anları, ha isteyerek ha istemeden. O an çevremizden biri gözümüzün önünde ellerini oynatıyor, daldığımız yerden çıkmamız için. İşte, hayatımda en tahammül edemediğim hareketlerden biri.
Uzun zamandır neye dikkatli baktın, hatırlıyor musun? Cevaba göre kimseyi yargılayacak, kınayacak ya da alay edecek değilim. İster bir tabloya dikkat kesil ister instagram’da küçük fotoğrafı görmeye çalış, inan ki umurumda değil. Sadece istediğim, yakın zamanda bir şeye cidden bak ve gör.
Öyle bir zamana geldik ki her şeye bakıyoruz ama hiçbir şey görmüyoruz. Şehrin kalabalığından, işlerin yoğunluğunda koşuşturmadan, kafamızın içindeki düşüncelerden, elimizdeki telefonlardan, sokaklardaki reklam panolarından… Bu dönemde çeperimizde o kadar çok şey var ki bir o kadar da az olanları fark edemiyoruz.
Memleketimde yürürken geçtiğim bir sokağın duvarına bir kelebek çizilmişti. Özenilmemiş, bir çocuğun elinden çıkmışa benzer bir kelebek. Yıllardır önünden geçtiğim bu kelebeğe bir gün yakından bakma dürtüsüyle geçtim karşısına. Çevremdekiler neden duvara baktığımı merak etmişlerdir, hatta belki biri elini gözlerimin önünde sallamayı bile düşünmüştür. Sprey bulan bir aceminin elinden çıktığı aşikâr, titrek ve korkulu bir kelebek. O günden sonra her o sokağa girdiğimde onu gördüm. O sokaktan geçen yüzlerce kişinin baktığı ama görmediği kelebek, artık benim için duruyordu orda. Politik yazılamaların ve ayrılık şiirlerinin arasındaki nedensiz kelebek.
Baktığımız tablolar veya resimler var mesela. Sandro Boticelli’nin tablolaştırdığı Dante’nin Cehennem (La Mappa Dell’inferno) tablosuna bakan birçok insan vardır. Kimi kasvetli bir ters üçgen görürken, kimi cehennemin katlarını sayar, kimileri ise kendini yakıştırdığı bir katta azaplı görür kendisini. Ben sadece her katta acı çekenlere bakan aynı iki adamı görebiliyorum. Kırmızı ve mor cübbeli bu çift kimdir diye düşünmekten tablonun asıl temasına kendimi bırakamıyorum. Sanki o iki küçük adam bana bakmakla kalmayıp beni görüyorlar. Tablodaki her şeyden korkunç olan o iki küçük adam.
Tablolardan ilerlemek yerine daha eğlenceli yöne de çekebiliriz bu konuyu. Sevdiğiniz bir insanın elinde beni var mı, peki yüzünde? Bir yerinde yara izi var mı mesela? 16 yıllık en yakın arkadaşım gözümün altındaki beni bir sene önce görmüştü. 16 senedir yüzüme bakıyordu ama uzun zaman sonra ilk defa görmek için dönmüştü yüzünü demek ki.
İnsanlar çok dikkatli bakan, görmeye çalışan insanlardan pek haz duymuyor sanırım. Daldığın anda önünde sallanan el, seni o derin denizden çıkaran elden farksız. Açılmana, yeni şeyler keşfetmene izin vermiyormuş gibi. Çok irdeleyen, ayrıntıları görmeye çalışanlara tahammül yok artık. Bak, alacağını al ve en kısa zamanda uzaklaş olarak geçip gidiyor ömrümüz.
Her şeye aynı bakmamalı bir insan. Her şeye aynı tepkiler vermemeli. Her şeye aynı şekilde gülenlerle vaktimizi harcamamalıyız. Açan bir tomurcuk çiçeğe baktığımız gibi telefonlarıma ve televizyonlara bakıyoruz artık. Herkese aynı şekilde gülümsüyoruz. Ve bir zaman sonra her şey aynılaşıyor. Tiyatro mu, sinema mı, dizi mi sorusuna omuz silkip fark etmez diyoruz. Sanki aynı şeye bakacak gibi. Çünkü artık fark etmiyor.
Uzun zamandır kafamda çınlıyor. Bak, görmeye çalış, omuzların düşsün, gözlerin boş bakıyor sansınlar, halinden korksun insanlar. Ayrıntıları fark et! Az kişinin gördüğü şeyleri görmeye çalış. Göremiyorsan da üzülme. Emin ol, bir gün, sevdiğinin yüzünde, annenin ellerinde, sokak çocuklarının gözlerinde, bir sokak hayvanının çamurdan yapışmış türlerinde göreceksin bir şeyler. Bakmaktan korktuğun şeylere bak, baktığını sandığın şeyleri gör, gördüklerinin güzellikleriyle yaşa. Farklılıkları ve ayrıntıları artık görmeye başla.
“Bir ara iyice bak! Böylesine şeyler genellikle çok ilginçtir. Bana sorarsan, bir atmaca derim. / Demian by Hermann Hesse.”