Hermann Hesse'nin Demian'ı ve Carl Gustav Jung'un Arketipleri

in tr •  6 years ago 

Bu yazıyı okumadan önce sizi uyarmalıyım. Hermann Hesse’nin Demian kitabının SPOILER’ını içerir. Eğer kitabı okumadıysanız hemen bu yazıyı kapatın ve kitabı acilen edinin. Demian’ı altını çizerek okuyun ve sonra buraya tekrar dönün.
Belirtmeliyim ki birazdan anlatacağım şeyler sadece benim görüşüm. Belki doğrudur, belki yanlıştır. Bir Hermann Hesse ve Carl Gustav Jung hayranı ve takıntılısı olduğumu yazının devamında anlayacaksınız. Umarım beğenirsiniz.
Carl Gustav Jung’un Dört Arketip Kavramı ve Bireyselleşme Teorisi. Ben dört arketipi anlatırken aynı zamanda okuduğum kitaptaki karakterlerle arketipleri eşleştirmeye başladım. Hem bu çok güzel kitabı farklı bir açıdan incelemiş olacağım hem de bireyselleşme teorisini çok özet bir halde anlatmış olacağım.
Normalde film ve kitap anlatmayı, sonlarını söylemeyi sevmem. Ancak önümüzdeki birkaç sayfa boyunca size Hermann Hesse’nin Demian kitabını baştan sona kadar özetini geçeceğim ve bundan pişmanlık da hissetmeyeceğim. Kitaplığımdaki en sevdiğim kitap ve yılda bir kez tekrardan okumayı, her seferinde de yeniden aşık olduğum bir kitap.x
Özete geçmeden önce şunu da belirtmek isterim. Kitabı okuduktan sonra sonunu bilerek bir kere daha okuduğumda kitabı daha çok sevdim. İçindeki ayrıntıları ve arketipleri keşfettim. Birazdan benim anlatacaklarımı bilmeden okuduğunuzda kitap bambaşka bir sonla bitecek ve muhtemelen kitabı sevmeyeceksiniz. Ancak kitabın özeti ve arketiplerle eşleşmelerini sunduğumda kitabı daha farklı bir bakış açısıyla okuyabilecek ve belki de benim gibi çok seveceksiniz.
“İçimde dışarı çıkmak isteyen bir şey vardı, ben onu yaşamaya çalışıyordum yalnızca. Neden böylesine güçtü bu?” diyerek başlıyor kitap. Emil Sinclair’in çocukluğuyla giriş yapılıyor. Çocukluğundaki saf ve temiz dünyanın yıkılıp gerçek ve pek de hoş olmayan dünyaya girişini anlatmakla başlıyor. Evinin içindeki cenneti bilen Emil’in dışardaki cehennemle tanışmasını okuyoruz.
Emil, Latince Okulu’na gidiyor ve kendinden yaşça büyük Franz Kromer ile vakit geçirmeye başlıyor. Franz Kromer, Emil’in hoşlanmadığı ve münasip görmediği özelliklere sahip olmasına rağmen Emil onun yanında durabilmek ve dışlanmamak istiyor. Gözüne girmek için bir haydut hikayesi uyduruyor ve komşunun bahçesindeki elmaları yürüttüğünü söylüyor. Hayatında söylediği bu ilk yalan sayesinde ona alkış tutacaklarını, beğeneceklerini düşünüyor. Durum beklediği gibi olmuyor; Franz, Emil’e şantaj yapıyor ve onu kendisinin bir kölesi haline getiriyor. Emil, Franz’ın kendisinden haraç kesmesine izin veriyor. Franz’a asla baş kaldıramıyor, o ne derse yapıyor. Emil ona paralar getiriyor, bulamazsa aflar diliyor. Bu dönemde hayatında ilk defa babasının ve annesinin cebinden paralar çalıyor. Cennetin içine karanlıklar girmeye başlıyor. Emil’in gözündeki babasının kutsallığı bu dönemlerde ilk defa çatlaklara uğruyor. Çünkü babası durumdan habersiz ve yardım edebileceği hiçbir şeyi yok.
Sonra okuldaki kendinden emin ve kesin duruşlu Max Demian ile tanışıyor. Din üzerine farklı görüşleri olan Demian, Emil’i hem tedirgin ediyor hem de idolü olabilecek kadar da ilgisini çekiyor. Dikkatli, düşünceli, kendinden emin halleri Emil’i ona doğru çekiyor. Emil’e anlattıkları sayesinde Emil bunca yıldır bildiği şeylere kuşkuyla ve eleştiriyle bakmaya başlıyor (Habil ve Kabil meselesi). Bir gün Emil, Franz’la buluşmasından dönerken Demian ile karşılaşıyor ve Demian bir sıkıntı olduğunu anlıyor. İnsanlardan korkmaması gerektiğini, korktuğu zaman o kişinin kendi üzerinde söz sahibi olmasına izin verdiğini söylüyor. Sonunda Emil, Franz ile durumdan bahsediyor. Demian diğer gün gelip Franz’ın artık onu rahatsız etmeyeceğini belirtiyor. O an Emil, Demian’a karşı minnet ve ürkeklik, hayranlık ve korku, yakınlık ve içten içe nefret hislerini duyuyor. Demian, Sinclair'in yaşamını yönlendiren, etkileyen baş kişi oluyor. Tanıştığı ve tanıdığı insanlar bu dönemden sonra, Sinclair'in kendini ve benliğini bulma yolunda birer kilometre taşı olmaya başlıyor.
İlerleyen bölümlerde, Emil ailesinden ayrılıp lise için başka bir kentin yolunu tutuyor. Burada içkiye ve kötü arkadaşlara kendini kaptırıp boş yıllar geçiriyor. Uzun süre okulundaki arkadaşları gibi kendini şaraba kaptırıyor, sabahtan akşama kızlar hakkında konuşup kart oyunları oynayan, öğretmenlere saygısızlık eden birine dönüşüyor. Arkadaşları ona yaman bir delikanlı dese de o içindeki kendi köşesinde aslında farklı beklentileri olan bambaşka bir insan olduğunu biliyor. Emil Tanrı’nın ona bir amaç vermesini bekliyor. Bu sürede Demian’dan da haber mektuplarına yanıt alamıyor. Hoşlandığı kızın resmini çiziyor bir akşam Emil. Resimdeki insan hem Demian’a hem hoşlandığı kız Beatrice’e hem kendisine hem de hiç tanımadığı birini benziyor. Kendini ve içindeki şeytanı görüyor kendi çizdiği tabloda.
Kitabın ortalarından itibaren bahsedilen bir tanrı var ve adı Abraxas. Emil’in Demian’dan uzun zaman sonra yazılan ilk mektubu. Abraxas’ı anlatıyor ona.
“Taptığımız bir tanrı vardı gerçi ama bu tanrı, keyfi olarak ikiye bölünmüş dünyanın ancak bir yarısını temsil ediyordu ve resmen kabul edilen aydınlık dünyaydı bu da. Ama işin doğrusu, bütün dünyayı baş tacı etmekti; dolayısıyla ya aynı zamanda Şeytan’ı da temsil eden bir tanrı olmalı ya da Tanrı’ya tapınmanın yanı sıra Şeytan’a da tapınma ilkesi getirilmeliydi. Buna göre Abraxas hem tanrısallığı hem şeytansallığı kendinde barındıran bir tanrıydı.” Diye bahsediyor Abraxas’tan. Abraxas konusuna girersek eğer, saatlerce konuşmamız ve tartışmamız gerek. Şu an sadece bu özellikleriyle ve o dönemlerde az bir grup insanın inandığı bir Tanrı olarak tanıyabiliriz. Belki ileride Abraxas ile ilgili bir yazı da yazabilirim.
“Kuş yumurtadan çıkmak için savaşıyor. Yumurta, dünyadır. Kim doğmak istiyorsa ilk önce dünyayı parçalamalıdır. Kuş, tanrıya uçuyor. Tanrının adı Abraxas’tır.” Yazıyor mektupta.
Emil daha sonra arkadaşı ve bir diğer akıl hocası olan Pistorius’la tanışıyor. Pistorius’a göre, insan kendi ruhunun parçası olmayan hiçbir şeyden nefret edemez. Eğer biz birinden öldüresiye nefret ediyorsak aslında ondaki belli başlı özelliklerden nefret ediyoruzdur ve bu özelliklere biz de sahibizdir. Eğer kendimizi öldürmüyorsak bu insanı da öldürmek hata olur diyor.
Emil, Pistorius’tan da alacaklarını alıp yollara düşüyor. Ve yolu tabii ki de Demian ile kesişiyor tekrardan. Emil’de de ve Demian’da da bir nişan olduğundan bahsediliyor bu sayfalarda. Kardeşi Habil’i öldüren Kabil’de de olduğu söylediği nişan. Bu nişana sahip insanlar bulunuyor çevrelerde ve amaçları kendilerini bulmak. Bu nişan; üstünlüğü, laneti, zor yolu ve kendini iyisi ve kötüsüyle bilen ve inkâr etmeyen insanlarda bulunuyor. Yani bireyselleşebilmiş insanların taşıdığı bir nişandır.
Demian, Emil’i annesiyle tanıştırıyor. Bu kadının ismi Frau Eva. Frau Eva, Emil’in hayatında aradığı aşkı gibi oluyor. Ona hem anne hem sevgili gözüyle bakıyor. Frau Eva da Demian gibi Emil’e öğütler veriyor ve kendisini bulmasında ona yol gösteriyor.
Savaş patlak veriyor sonlara doğru. Emil savaşa katılıyor. İnsanları, öldürenleri ve ölenleri görüyor. Yaralanıyor ve gözünü açtığında bir yatakta yatıyor. Yan yatakta yatan alnındaki nişanıyla Demian’ı görüyor. Demian konuşmaya başlıyor.
“Bana tekrar ihtiyaç duyacaksın. O zaman beni çağırdın mı artık öyle bir at üzerinde ya da bir trene atlayıp gelemem. O zaman kendi içine kulak verecek, kendi içini dinleyeceksin. Ben senin içindeyim” Diyor. Ve devam ediyor. “Frau Eva seni kötü bir durumda görürsem, emanet ettiği öpücüğü sana vermeliymişim. Gözlerini kapa Sinclair.” Diyor ve Emil gözlerini açtığında yan yatakta hiç görmediği birinin yattığını görüyor.
Son paragrafta Emil, durumunu açıklıyor.
“Kendi içime, karanlık siyah aynanın üzerine eğilmem gerekiyor, kendi hayalimi görüyorum içinde; hayal şimdi tümüyle ona benziyor, ona, dostum ve yol göstericim Demian’a…” diyor ve kitabı bitiriyor.

Şimdi, Jung’un Arketipleri ve Bireyselleşme Teorisi’ne geçip arketiplerle elimizdeki karakterleri birleştirebiliriz. Böylece kitabın nasıl işlendiğini anlayabiliriz. 
Demian’ın ana teması karşıt güçlerin varlığı ve her ikisinin de gerekli olduğu fikridir. Bireyselleşmenin, bir kişinin bilinçsizliğini açma sürecinin hikayesidir. Ayrıca kitaptaki Abraxas vurgusu, dünyadaki tüm iyilik ve kötülüklerin karşılıklı bağımlılığını idealleştirir. 
Jung’un anlattığı ilk arketip “Persona”dır. Çevremize yönelik olan persona, bulunduğumuz çevreye, kültüre uyum sonucunda kazandığımız özellikler bütünüdür. Gerçek kişiliği saklamakla hükümlüdür. Başarıyla ilişkiye girdiğimizde giydiğimiz maskedir. Bu maske, bizi topluma görünmek istediğimiz gibi sunar. Kişiye ait pek çok şeyin bastırıldığı durumdur. Bu şekilde toplumdaki diğer kişiler üzerinde olumlu etki yaratılmaya çalışılır ve kişisel çıkarlar sağlanır. Persona, toplumun bizden istediği rolleri yerine getirirken hepimizin vermek istediği iyi imajdır.  Aynı zamanda düşünceleri ve davranışları yönlendirmek için kullandığımız yanlış imajdır. En kötü durum, personayı asıl doğamız zannetmemizdir. Personayla özdeşleşen kişi, bireyselleşemez. Kişi, personasını tanımalı, personaya aktarmadığı yönlerini bilmeli, barışık olmalı ve kınamamalıdır. Ayrıca birazdan anlatacağım gölge ile persona uzlaşmalıdır. Persona kelimesi, Latincede kişilik, Roma’da ise maske demektir. Kişi ile toplum arasında kişinin nasıl görüneceğine dair bir uzlaşmadır. 
Diğer arketip ise gölgedir. Kendimizde olan sevmediğimiz özellikleri başkalarına atfetme şeklinde nitelenebilecek olan yansıtma durumudur. Kişinin özelliklerinin tam tersini içinde barındıran arketiptir. Tüm ahlaksızlıkları, ihtirasları ve nahoş arzu ve faaliyetleri içinde saklar. Kompleksleri de içinde barındırır. 
Jung: “Başkalarında bizi rahatsız eden her unsur kendimizi anlamamıza yardım eder.” Kişiler bizi delirtmiyor, maalesef bu özellikler bizim tahammül edemediğimiz kendi karanlık yönümüzdür. Kişinin ışık altında olmayan karanlık yüzüdür ve kişinin bilinçdışındadır. Gölge de bilince getirilmedikçe diğer insanlara yansıtılır. Onun farkına varmak demek, kişiliğin karanlık yüzünü, karakterinin bir parçası olarak kabul etmektir. Kitaptaki Pistorius karakterinin de dediğiyle aynı kapıya çıkmaktadır.
Jung: “Güneş ne kadar yükseğe çıkarsa gölge o kadar azalır.” İnsan kendi gölgesini değiştiremez fakat onu ayıplayan eleştiren bilincini değiştirebilir. İnsan zayıf yönlerini kabullendikçe gölge dengeli olmaya başlar. Gölge, persona tarafından bastırılır. Gölgenin asıl gayesi, potansiyel kötülüğümüzü ve zıt özelliklerimizi barındırmaktır. Etiği yoktur, iyi ya da kötü değildir. Bir gün rüyanızda şeytan ile mücadele ettiğinizi gördüğünüzde fark edeceksiniz ki mücadele ettiğiniz yalnızca kendinizdir. Gölgenin tek istediği, bizi dışardan gelebilecek tehditlere karşı savunmaktır. İçimizde bizi durduran, uyaran, bazen kızan bazen aşağılayan yanımızdır.
Üçüncü ve dördüncü son arketipimiz, anima ve animustur. Erkeğin dişi arketipi animadır, kadının eril arketipi animustur. Her erkek doğuştan sahip olduğu kadın imgesine göre kendine eş arar. İlk anne ve baba bu arketiplere yansır. Animanın aydınlık (saf, asil, temiz) ve karanlık (baştan çıkarıcı, cazibeli) iki yönü vardır. Fizyolojik olarak bir kişi gerçekte iki cinsellidir. Her iki cinsin de hormonlarını kendinde bulunur. Kadın, animusun gücü sayesinde erkeği anlayabilir. Doğduğu andan itibaren toplumsal cinsiyetle beraber cinsiyetimiz örülür. (Mavi renk ve pembe renk gibi) Toplumsal beklentiler kadının oturaklı, anlayışlı vb. olmasını; erkeğin güçlü, koruyucu vb. olmasını ister. Jung’a göre bu beklentiler bizim potansiyelimizin ancak yarısını geliştirebileceğimizi söyler. Anima ve animusun birlikte olmasına SYZYGY (Yunancada birleştirilmiş) adlandırılır. Mantıklı, gerçekçi ve hatta tartışmacıdır. Duygusal durumlardan sorumludur. İlk aşk ve duygusal ikili tartışmalar anima ve animus yüzündendir.  Gelişmeleri, karşı cinse anlayış ve iyi iletişim sağlar. İnkâr ya da aşırı vurgulanması halinde ise psikolojik sorunları ortaya çıkarır. Aşırı erkeksi ya da kadınsı özellikler gösteren bireylerde anima ve animus bilinçdışı kalır ve gelişemez.
Arketipler, duygusal yönü güçlü kalıtımla gelen bir düşünme biçimidir. Deneyimle şekillenir ve kişiselleşir. Enerjik bedenimizde yer alan pasif varlıklar değillerdir. Tehlikede olduğumuzda bizi uyarmak veya yıkıcı bir davranışa kapılmamak için gardiyanlarımız ve içsel müttefiklerimiz şeklinde aktif rol oynarlar. Yok sayılıp inkâr durumunda yıkıcı olabilirler. Ayrıca kafamızdaki canlı görüntüler olarak anlaşılmamalıdır. Anima bir kadın fotoğrafı şeklinde değildir. Daha çok banyo edilmesi gereken negatif filmleri andırır. 
Demian’a geri dönersek, kitabın sonuna gelindiğinde sanıldığının aksine Emil Sinclair şizofren değildir. Sinclair bireyselleşme sürecindedir. Sinclair’in yaşadığı, olmayan insanları varmış gibi görmesinden öte kendi içinde bulunan arketipleri kişileştirip karşısında insan olarak görmesidir. 
Max Demian, Sinclair’in dışa dönük yani persona arketipidir. Franz Kromer karakteri gölgeyi simgelemektedir ve Emil’in ilk yüzleştiği arketiptir. Jung arketipleri anlatırken “gölge ile yüzleşmek çıraklık eseri, anima ile yüzleşmek ise baş yapıttır.” Der. Emil, son olarak Frau Eva ile tanışır ki bu onun anima arketipidir ve onunla da cinsiyetler arası ötekiliğin çözme aşamasındadır.
Kitapta kapılarda motif olarak anlatılan atmaca şekli, Abraxas’ı yani hem kötünün hem iyinin tanrısını vurgulamaktadır. Emil’in Demian’a karşı olan hisleri ise Abraxas’ın inananlarının hisleriyle eştir. 
Birey, Emil Sinclair gibi bireyselleşmeyi başarmış ise kendisiyle barışıktır. İnsanlık yolundaki gelişmemiz; iyi yönlerimizi geliştirmek, kötü yönlerimizin farkına vararak azaltmaktaki özverili çabamız ile mümkündür. Arketipler ile kendimiz arasındaki dengeyi yakalamakla ilgilidir. Ve her yönümüzü eşit sergilemektir.
Bireyselleşmeden sonra artık ne kadın ne erkek ne ego ne gölge ne iyi ne kötü ne bilinçli ne de bilinçsizdir. Tüm bunları birlikte yaşarız. Daha az bencilleşiriz. Bireyselleşmeden önce, bilinçdışı bilince sızmaya çalışarak özün varlığını bize hep hatırlatır. Rüyalarımızda bu sinyaller vardır ve hatırlatmayı da sürdürecektir. Çünkü yaşadığımız bilinçlilik aslında bir uyku durumudur.
Artık tümüyle görünen vardır ve görünmeyen yalnızca görmeye hazır olana görünecektir. Karşıtlıkların yok sayılması yerine karşıtlıkların uyumlaştırılması önemlidir. 
Umarım bireyselleşme teorisini ve Demian’ı beğenmişsinizdir. 

Authors get paid when people like you upvote their post.
If you enjoyed what you read here, create your account today and start earning FREE STEEM!
Sort Order:  

Congratulations @benlafazan! You received a personal award!

Happy Birthday! - You are on the Steem blockchain for 1 year!

You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking

Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!