Aşağıdaki yazı 24 Mart’ta yazılmıştı. Amacı öncelikle hızla yaklaşan felaketin çapına ve somut olarak da acil olarak yapılması gerekenlere dikkati çekerek, solun politik inisiyatifi ele alıp, topluma yol gösterici olmasına yardımcı olmaktı.
Ne yazık ki yazı çok az insan tarafından paylaşıldı ve hiç duyulmadı, okunmadı.
Şimdi İnan Doğan isimli bir PhD (doktor) benzeri bir hesabı yapmış. O bizden farklı olarak:
a) arada geçen zamanda öğrenilmiş yeni verilere dayanıyor,
b) Biz bu kadar hasta var o zaman şu kadar zaman önce başlamıştır gibi geriye doğru bir extropalasyon yapmamıştık (kasıtlı yapmadık, abartıyorsun denmemesi için, yazıda da belirtmiştik.)
c) biz haftada bir ikiye katlanma ele almıştık. (Aslında iki üç günde birdi ama yine abartıyorsun denmemesi için)
Sonuç korkunçtu. Ama bu korkunç noktaya yaz başında varılıyordu. Çünkü geriden değil ileriden başlatmıştık ve haftada bir ikiye katlıyorduk.
Ama yazı içinde aynı zamanda gerçek durumun bu tahmin olmadığını da belirtiyor ve şunları yazıyorduk:
“Hükümet rakamları gizlediği, küçük gösterdiği, gereken tedbirleri hala almadığı, günü kurtarma politikası izlediği için, başlangıcı geç bir tarihte gösterdiği için şu an çok büyük sayıda insana hastalık bulaşmış olmalıdır.
Bir iki hafta içinde patlama olacak ve kapasite sınırı yukarıdaki hesaptan çok daha önce muhtemelen birkaç hafta içinde aşılacaktır. Ama en azından durdurularak öleceklerin sayısı düşürülebilir.”
Şimdi İnan doğan bizim genel gözlemden çıkan genel tahminimizi kesinlikle doğrulayan bir hesap yapmış bulunuyor.
İnan Doğan’ın hesabı daha gerçekçi (tıpkı tahminimizdeki gibi) ama o ölçüde de felaketin çok daha yakın ve çok daha korkunç olduğunu gösteriyor.
Bizim bütün o yazdıklarımızı unutun. Yazımızın bu versiyonunda kendi yazdıklarımızı siliyor ve İnan Doğan’ın hesaplarını doğru kabul ediyoruz.
Buna göre 15 gün sonra ölüm sayısı 5000’i aşacak, o andan itibaren pratik olarak hiç kimseye yoğun bakım yapılamayacak.
Bu nedenle kendi tahminlerimiz ve hesaplarımız çıkarılmış olarak, İnan Doğan’ın hesabının hem yazılı hem de videoya alınmış biçimini paylaşıyoruz. Videonun linki şöyle:
https://www.youtube.com/watch?time_continue=17&v=8Ydx59c0C_g&feature=emb_logo
Aşağıya yazılı metninin Google tarafından çevrilmiş Türkçe versiyonunu da koyuyoruz.
Önce İnan Doğan’ın “Bugün Türkiye'de En Az 500.000 Koronavirüs Enfeksiyonu Var” başlıklı yazısı:
“COVID-19 küresel bir pandemiye dönüştü çünkü bu yeni koronavirüs tespit edilmeden haftalar sürebilir. Tüm koronavirüs enfeksiyonlarının% 20-50'sinin asemptomatik olduğunu gösteren birkaç veri noktası vardır. Hemen hemen tüm ülkeler, virüsün yayılmasını önlemek için proaktif bir şekilde çalışmak yerine yalnızca virüse tepki göstermektedir. Türkiye bu ülkelerden biri. Yeni koronavirüs hiç bir yerden çıkmış gibi. Sadece 11 gün önce Türkiye'de sadece 2 koronavirüs ölümü yaşandı. Ölüm bilançosu sadece 11 günde% 4500 ila 92'ye fırladı. Bu, Türkiye'nin virüsün yayılmasını önlemesi için artık çok geç olduğu anlamına geliyor.
20 Mart'ta bir makale yayınladım ve 20 Mart'ta ABD'de 2 milyon insanın koronavirüsü olduğunu hesapladım. Geliştirdiğim model, Amerikan'daki ölüm ücretinin 26 Mart'a kadar 800 ve 15 Nisan'a kadar 20 bini geçeceğini tahmin ediyor. 26 Mart sabahı, Amerika'daki koronavirüs ölümlerinin sayısı 1042 idi. Başka bir deyişle, geliştirdiğim model aslında çok muhafazakar tahminler üretti (yani gerçek ölüm ve enfeksiyon sayısı tahmin ettiğimizden daha fazla).
Bu yazıda, Türkiye'deki enfeksiyon sayısını modelleyeceğim ve önümüzdeki 3 hafta içinde görmeyi beklediğimiz asgari ölüm sayısı hakkında konservatif tahminler yapacağım.
Aşağıdaki videoda (video Türkçedir, böylece Türk halkı tahminlerimizi anlayabilir ve ailelerini korumak için harekete geçebilir), COVID-19 için% 1 enfeksiyon ölüm oranını nasıl tahmin ettiğimizi açıklarım. Gerçek IFR% 0.5 ve% 1.5 aralığındadır, bu nedenle% 1, modelimizde kullanmak için nispeten makul bir tahmindir.
% 1 enfeksiyon ölüm oranının ana etkisi şu şekildedir: 100 kişiye bugün yeni koronavirüs bulaşmışsa, bunlardan sadece 1 tanesi bu virüsle mücadelesini kaybedecek ve geri kalan 99 kişi bu sıkıntıdan kurtulacaktır.
Bir kişiye virüs bulaştıktan yaklaşık 5-6 gün sonra semptomlar (ateş, öksürük, yorgunluk, vb.) Göstermeye başlar. Muhtemelen enfekte kişilerin neredeyse yarısı herhangi bir belirti göstermez. Bu nedenle, bu insanların bu virüsün bu kadar hızlı yayılmasında önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Hastalar 5-6 gün boyunca semptomlar gösterdikten sonra, bazıları daha şiddetli hale gelir ve hastaneye yatırılmalıdır. Hastanede kalış süresi ortalama 14 gündür ve sonra vaka çözülür (iyileşme veya ölüm).
Toplamda, hastanın virüse yakalandıktan sonra hayatını kaybetmesi yaklaşık 24 gün sürer.
Bu önemli bir rakam.
Bugün Türkiye'de koronavirüs nedeniyle en az 92 kişi hayatını kaybetti. Bu insanlara bugün bu virüs bulaşmadı, dün de virüs bulaşmadı. Bu insanlara en az 24 gün önce bu koronavirüs bulaştı.
Diğer bir deyişle, 3 Mart veya daha önce 92 kişiye bu virüs bulaşmış ve bu virüsle ortalama 24 gün savaştıktan sonra hayatını kaybetmiştir. Ayrıca, koronavirüsü alan her 100 kişiden sadece birinin hayatını kaybettiğini biliyoruz.
Bu, 3 Mart'ta Türkiye'de BUGÜN her ölüm için 100 koronavirüs enfeksiyonu olduğu anlamına geliyor. Yani, 3 Mart'ta Türkiye'de yeni koronavirüs ile enfekte olmuş toplam 9200 kişi vardı. Bu 9200 rakamını nasıl hesapladığımızı anlarsanız, modelimizin geri kalanını anlamak nispeten kolaydır.
ABD, İtalya ve diğer ülkelerde enfeksiyon ve ölüm sayısı, sosyal mesafe önlemleri uygulamaya başlamadan önce her 3 günde bir iki katına çıktı. Türkiye'deki rakamlar da benzer bir büyüme oranına işaret ediyor. Enfekte olanların% 1'inin yaklaşık 24 gün sonra öldüğünü biliyoruz. Bu nedenle, hayatını kaybedenlerin sayısındaki artış oranına bakarak enfeksiyon sayısındaki artış oranını hesaplayabiliriz.
Örneğin, Türkiye'de 24 Mart'ta ölü sayısı 44 idi. Bu sayı 3 günde iki katına çıktı ve 92'ye ulaştı (artış oranı% 100'den biraz fazla).
21 Mart'ta Türkiye'deki ölüm sayısı 21 idi. Bu sayı 3 günde tekrar iki katına çıkarak 44'e ulaştı (yine, artış oranı% 100'den biraz fazla ama biz her 3 günde bir iki katına çıkacağını varsayacağız. hesaplamalar).
Şimdi gerçek enfeksiyon sayısını tahmin etmeye başlayabilir ve önümüzdeki 3 hafta boyunca ölüm oranını tahmin edebiliriz.
3 Mart'ta Türkiye'de yaklaşık 9200 enfeksiyon olduğunu zaten hesaplamıştık. Basitlik için bu sayıyı 10000'e yuvarlayalım (bu sadeleştirmeyi düzeltmek için nihai tahmini% 8 azaltabiliriz).
Enfeksiyon sayısı her 3 günde bir ikiye katlandığından, 9 Mart'ta 20000'e, 12 Mart'ta 40000'e, 12 Mart'ta 80000'e, 15 Mart'ta 160000'e, 18 Mart'ta 320000'e ve 21 Mart'ta 640000'e iki katına çıkacağını biliyoruz. Bu, 21 Mart'ta Türkiye'de en az 500.000 enfeksiyonlu insan olduğu anlamına geliyor. Türkiye bu hafta belirli önlemler almaya başladı, bu nedenle muhafazakar kalacağız ve 21 Mart'tan bu yana enfeksiyon sayısının aynı kaldığını varsayacağız.
Bu rakamın acil sonucu, Türkiye'deki her 150 kişiden yaklaşık 1'inin bugün koronavirüs ile enfekte olmasıdır. Enfekte olmuş insanların yarısı muhtemelen herhangi bir belirti göstermez. Diğer yarısı önümüzdeki günlerde semptom göstermeye başlayacak. Muhtemelen bir hafta içinde Türk hastanelerinde yoğun bakım yatakları kalmayacak. Nisan ayı ortasına kadar, Türkiye'de ölüm sayısı 5000'i aşacak (500 bin kişinin yüzde biri 5.000 kişidir).
Unutmayın, bunlar çok muhafazakar tahminlerdir. Gerçek rakam bunlardan% 100-200 daha yüksek olabilir. Erdoğan hükümeti için tek makul tepkinin virüsün yayılmasını durdurmak için ülke çapında kilitlenmeler uygulamak olduğunu umuyoruz. Bunun ciddi ekonomik sonuçları olacaktır ve bu nedenle iShares MSCI Türkiye ETF'nin (NASDAQ: TUR) Nisan ayı sonuna kadar en az% 10 düşmesini bekliyoruz. Şahsen bu ETF'de küçük bir pozisyonum var ama bu, korunaklı bir pozisyon.
Açıklama: Uzun TUR. Bu makale aslen Insider Monkey'de yayınlanmaktadır.”
Makale burada bitiyor.
Aşağıda kendi tahmin ve hesaplarımızı sildik. İnan Doğan’ın hesaplarına dayanarak aynı somut önerileri alta alacağız ama aynı zamanda bu önerilerin de bazılarını güncelleştireceğiz veya daha doğru olarak ifade etmeyi deneyeceğiz.
Hesaplar sonucunda çok daha ileri bir tarihte ortaya çıkacak durumla ilgili olarak şunları yazıyorduk:
“Peki bu ne demek?
Bu şu demek: bu insanlar acılar içinde hastane koridorlarında, yollarda, hastaneye alınmayıp evlere yollanmışlar ve gözden uzak ölsünler diye evlere yollanmışsa evlerde, hepsi acılar içinde, nefes alamadan boğularak ölecekler.”
Ve koyu harflerle iyice vurgulamak için şunları yazıyorduk:
Yaklaşan felaket budur.
Hükümet bunu bilmekte ve kendi iktidar ve kar hırsı için bunu gizlemektedir.
Bunu bilen nice insan hükümetin korkusundan ifade edememektedir.
Sorunun böylesine korkunç olduğunu bilmesine rağmen muhalefet susarak ve hiçbir somut öneri getirmeyerek iflasını ilan etmektedir.
Bunu gizlemek, tüm toplumu bu felakete karşı harekete geçirmemek bir cinayettir.
Bu cinayet teşebbüsü karşısında öz savunma en temel insan hakkıdır.
Bu sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada böyledir neredeyse.
Uygarlık bir çöküşün arifesinde bulunuyor.
Oyun bitti!
Hiçbir şeye eski kavramlarla çözüm bulunamaz. Herkes hala oyunun bittiğinin farkında değil.
Bugünkü iktidarlar, henüz öldüklerini anlamış değiller.
Bu felaketi önlemek mümkün mü?
Aşağıda önereceğimiz tedbirler alınırsa, en azından ölecek insanların çok büyük bir bölümü kurtarmak ve toplumsal genel bir çöküşü ve kaosu önlemek mümkün olabilir.
Hükümet rakamları gizlediği, küçük gösterdiği, gereken tedbirleri hala almadığı, günü kurtarma politikası izlediği için, başlangıcı geç bir tarihte gösterdiği için şu an çok büyük sayıda insana hastalık bulaşmış olmalıdır.
Bir iki hafta içinde patlama olacak ve kapasite sınırı yukarıdaki hesaptan çok daha önce muhtemelen birkaç hafta içinde aşılacaktır. Ama en azından durdurularak öleceklerin sayısı düşürülebilir.
Burada temel sorunu açıkça koymak gerekmektedir.
Toplum bu insanların böyle ölmemesi, kurban verilmemesi için, en büyük fedakarlıkları yapmaya, dayanışmaya hazır mıdır?
Eğer hazır değiliz, ölen ölür kalan sağlar bizimdir, ölenle ölünmüyor deniyorsa, bu toplumsalın sonu olur.
İnsanı hayvandan ayıran parçanın bütüne tabi olması kadar da bütünün en küçük bir parçasını savunmak için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olması ve yapmasıdır.
Diğer bir deyişle “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” mi?
Yoksa korkunç bir bencillik içinde “ölen ölür kalan sağlar bizim” mi?
Bu ikilemle herkes yüzleşmek ve bir karar vermek zorundadır.
Biz çürümenin ve bencilliğin “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” noktasına gelmediğini düşünerek, olabildiğince çok insanı yaşatmak ve bunun için en acil tedbirleri olarak şunları öneriyoruz:
İlk elde derhal yapılması gereken tek şey vardır: hastalığın yayılma hızında ani bir düşüş sağlamak ve yavaşlatmak.
Bunun derhal atılması gereken ilk adımı genel ve mutlak sokağa çıkma yasağıdır.
Derhal genel istisnasız bir sokağa çıkma yasağı koyulmalıdır.
Bu acil birinci adım.
Ancak bununla iş bitmemektedir.
İlk elde evine hapsolmuş insanların iaşe ve ibadesini yani temel ihtiyaçlarını sağlamak gerekmektedir.
İkinci olarak bu sokağa çıkma yasağı çok uzun bir dönemi kapsamak zorundadır.
(Bu aynı zamanda bir aşı bulunursa onun geliştirilmesi, kontrolü ve uygulanmasına kadar geçecek bir zamandır.)
O halde bu dönem boyunca sokağa çıkma yasağı ile yoğun bakım gerektirecek hasta sayısını 30.000 altında tutmak, ve ihtiyaç duyacak herkese bu olanağı sağlamak gerekmektedir.
Yani aslında sadece Türkiye değil, bütün neredeyse bütün uluslar böyle uzun sürelerde aynı şekilde davranmak zorundadırlar.
Bu Arjantin devlet başkanının dediği gibi “Ekonomi mi insanlık mı” seçimidir.
İnsanlığı seçenlerin yapacağı ve yapması gerekendir.
Tüm ekonomi, hisse senetleri, faizler, gelirler falan hepsi hiçbir anlamı olmayan nesnelere dönüşecektir.
Toplum en temel yaşama ve dayanışma, ayakta kalma üzerinde yeniden örgütlenmek zorunda kalacaktır veya yok olacak ve bir “Mad Max” dünyası ortaya çıkacaktır.
Kesin sokağa çıkma yasağı ilk adımdır dedik.
Bir gereklilikten söz ettik ama bunun nasıl uygulanacağına gelmedik.
Oraya da geleceğiz ama öncelikle yapılması gerekenler hakkında bir fikir oluşması, dolayısıyla durumun ne olduğunun kavranması gerekiyor. Hükümet sokağa çıkma yasağı ilan ederse eski refleksleriyle bunu toplumun habersiz ve dağınık kalması, tepkilerin kendine yönelmemesi için ilan edecektir.
Biz başka, içine girdiğimiz dönemin kavramlarıyla düşünmeliyiz.
Böyle bir sokağa çıkma yasağında toplumun en temel ihtiyaçların karşılayacak bir tek örgütlü güç vardır. Devlet cihazı ve onun da en örgütle kesimleri sırasıyla Ordu, Polis, ve diğer devlet memurları.
Ordu insanları öldürmek ve ulusu korumak için örgütlenmiştir. Düşmanların içeride solcular, bölücüler ve diğer ülkeler olduğu düşünülerek örgütlenmiş ve mevzilenmiştir.
Artık bunların hiçbir anlamı yoktur.
Ordu bir pandemiyi yavaşlatmak yani artık insanları öldürmek için değil, yaşatmak için, ülkelere, yurttaşların bir kesimine karşı değil, bir virüsün yayılma hızına karşı mevzilenmeli ve örgütlenmeli, yeni bir görev tanımı yapmalıdır. İnsanları öldürmek değil yaşatmak.
Sadece Ordunun hiçbir devlet organının görevi artık eskisi gibi süremez.
Başta ordu olmak üzere, tüm polis, bekçi teşkilatları, diyanet memurları ve diğer memurlar evlerine kapatılmış insanların temel ihtiyaçlarını gidermekle görevlenmelidir.
Devletin temel işlevi ve amacı bu olmalıdır.
Bunun için başka ülkelerdeki, hudutlardaki tüm birlikler bu ihtiyaca göre mevzilenmeli ve bu göreve göre yeniden örgütlenmelidir.
Eğer bu baskıcı ve keyfi devlet halkı terörüyle yıllardır örgütsüz bırakmasaydı, halk kendi öz örgütlenmeleri ile belki bunları örgütleyebilirdi. Ama şu an, bir kaosu engelleyebilecek ve pandeminin yayılma hızını yavaşlatabilmek için gerekli önlemlerin alınmasını sağlayıp uygulayabilecek biricik örgütlü güç devlet ve ordudur. Dolayısıyla bu gücün yeni koşullarda yeniden görevinin belirmesi ve yapılanması gerekmektedir.
Sokağa çıkma yasağı anından itibaren, tüm ekonomik faaliyetler, borçlar, alacaklar, kiralar vs. bütün ödemeler vs. hepsi dondurulur. Yani zaman durdurulur. (Aslında eski zamana, hisse senetlerine vs. bir daha dönmek mümkün olmayacaktır ama şimdilik insanlar bunu kabul edinceye kadar böyle olmak zorundadır.)
Devlet her yurttaşa eşit olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir para, yani eldeki kullanım değerlerinden başkalarıyla eşit olarak kendi payına düşeni alabilmesi için, verir.
Diyelim ki, her tek yurttaşa 1000 veya 1500 Lira. Mutlak bir eşitlik.
Param var istemiyorum diyen almayabilir elbette.
Ama parası olanların da ancak her yurttaş kadar, yani 1500 Lire harcama hakkı olur.
Yani tüm yurttaşların eşitlenmesi, elde var olan ürünlerin tüm yurttaşlara eşit olarak dağıtılması temel hedef olur. Bu başlangıçta tamamen bu döneme bir uygulama olmalıdır ve olmak zorundadır.
Sonra “Normal”e dönüldüğünde, tabii insanlar “normale” dönmek isterlerse, tüm faaliyet yine belli bir anda aniden, durdurulduğu gibi belli bir andan itibaren kaldığı yerden devam eder.
Ama oralara daha çok var ve gelinip gelinemeyeceği de belli değil henüz.
Bunlar ilk elde yapılması en acil tedbirlerdir. Önce yangını söndürmek gerekmektedir.
Elbette böyle sonsuza kadar evlerde oturulamaz.
Üretim, dağıtım, bölüşüm işlerinin örgütlenmesi gerekir.
Bu dönem boyunca her şey devletleştirilmiş kabul edilmelidir. Başka bir çare yoktur. Eldeki kaynakların temel ihtiyaçlar temelinde nüfusa eşit olarak dağılımı bir tür komünizm gibidir. Ama yoksulluk temelinde bir komünizmdir. Bunun literatürdeki adı: “Askeri Komünizm”dir
Komünizmin en ilkel ve kötü ve de zorunlu biçimini dünyaya bu komünizm düşmanı devletler getirmek zorunda kalacaklardır. Tarihin ince alayı budur.
Daha sonrasının ayrıntısı, önce kesin tedbirlerle yayılma hızı düşürüldükten, kaos ve planlanmış bu katliam engellendikten sonra daha iyi planlanabilir, yurttaşların örgütleri ve inisiyatifi hareket geçirilebilir.
Örneğin ilk elde tüm hastanelerin yönetimi sağlık personelinin kontrolüne verilir.
Medyanın tamamı sivil toplum örgütlerinin kontrolüne verilir.
Örneğin kimi kanallar tamamen evde eğitime ayrılır vs.
Bunlardan sonra ne yapılacağına halk tartışarak karar vermeli ve bunum koşulları oluşturulmalıdır.
Ama ilk olarak acilen yapılması gerekenler yukardakilerdir.
Peki bunları kim yapacak?
Erdoğan ve Hükümet yapmadı ve yapmamak için her şeyi yapacaktır. Ayrıca yaparsa da yol açacağı ve hazırladığı katliamı gizlemek, tepkileri bastırmak için bazılarını yapacaktır. Örneğin olağanüstü hal ve sokağa çıkma yasağı gibi.
Ama biz yapmazsak bir darbeyle ordu iktidara gelir o yapar. Bu nedenle bunları engellemek için muhalefetin, demokratların yapması ve yapabilmesi için neler yapmak gerekmektedir biraz da ona bakalım.
Ama ister Erdoğan ister ordu yapsın, biz yapmadığımız sürece, toplum öyle bir durumda ki, geriye dönüş olamayacağından bu da ayağına dolaşacaktır büyük bir ihtimalle ve daha büyük bir kaosa yol açacaktır.
Milyonun üzerinde insanın öleceği çok açık olmasına rağmen bu konuda hiçbir aydınlatma yapmadan, her şeyi gizleyerek, yalan söyleyerek, doğru bilgi sızdıranları korkutarak bilerek ve isteyerek bir cinayet girişimi vardır ortada.
Erdoğan ve hükümet suçludur.
Bu cinayet teşebbüsüne karşı nefsi müdafaa her yurttaşın hakkı ve görevidir.
Şimdi buradan bütün muhalefet partilerine ve eğer iktidar partisi milletvekilleri içinde de vicdan sahibi ve biraz cesareti olan insan kalmışsa hepsine sesleniyorum.
Meclisi derhal toplayınız ve milletin planlanan ve bir virüs salgını aracılığıyla yürütülecek, özellikle de toplumdaki yaşlı ve hastaları öldürecek kitle katilamına (soykırıma) karşı yurttaşların öz savunması için, Erdoğan’ı azlettiğinizi, mahkemeye çıkaracağınızı açıklayıp yukarıda kısaca yazılmış kararları alıp tüm toplumu, tüm devlet cihazını sizi üst yönetim organı olarak tanımaya çağırınız.
Mecliste olmazsa başka bir yerde. Daha da olmazsa muhalefet partileri liderleri bir araya gelip böyle bir çağrı yapabilir.
Tutuklarlar mı, imkan olmaz mı. Ne yaparlarsa yapsınlar. Bu muhakkak yapılması gerekendir. İsterlerse bir WhatsApp grubu ile bile muhalefet parti liderleri toplanabilirler ve böyle bir çağrıyı binlerce üye ve sempatizanlarıyla tüm topluma yayabilirler.
Katliamı ve Kaosu engellemek için ilk olarak böyle bir adım bile atılabilir.
Bunu yaptığınızda milyonlarca insan yanınızda olacaktır.
Böylece büyük bir dağılmaya, kargaşaya neden olmadan barışçıl bir biçimde yeni bir yönetime geçilme imkanı yaratılabilir.
Şu an kaybedilen her saniye boğularak ölecek insanların sayısını tahmin edilemeyecek bir hızla arttırmaktadır.
Ve bundan sonra Meclis sürekli toplantı halinde bulunarak Meclis olarak tüm ülkeyi yönetmeli ve en kısa zamanda gereğinde elektronik imkanlardan yararlanarak yeni bir kurucu meclis toplamalıdır. (Ama daha bunları tartışmaya zaman var. Şimdi tartışma değil hızlı davranma zamanı.)
Eğer bunu yapmazsanız ölecek milyonlarca insanın ölümünün suçlusu siz de olacaksınız.
İşin kötüsü, bunlar derhal yapılmadığı takdirde, yakınlarının hastane koridorlarında, her yerde binlerle boğularak öldüğünü görecek ve aynısının başına gelebileceğini görecek milyonlarca insan, ne yapacağını bilmeden isyan edecek, tam bir kaosa ve karmaşaya düşecek bu sefer çok daha korkunç bir “Mad Max” dünyası ortaya çıkacaktır.
Eski dünya bitti.
Oraya bir daha dönüş yok.
Bunun en az zararla, en barışçıl biçimde gerçekleşmesi için elimizden geleni ardımıza koymayalım.
Ben ki bu devletin ve var olan partilerin düşmanı bir devrimciyim.
Ama bu devletin ordusunu, polisini bu acil durumda tek örgütlü güç olduğu için, daha korkuncunu engellemek için bir araç olarak kullanmayı denemeyi önerebiliyorum.
Ben ki, var olan partilerin ve meclisin hiçbir işe yaramadığını ve iktidarın suç ortağı olduğunu biliyorum.
Ama yine onları en azından daha az sancılı bir geçişin aracı olmaya çağırıyorum.
Peki neden böyle yapıyorum?
İnançlarımı değiştirmiş değilim, tam da onların gereği olarak bunları öneriyorum.
Çünkü artık içine girdiğimiz dünyanın kavram ve sorunlarıyla düşünmeye çalışıyorum.
24 Mart 2020 Salı
Demir Küçükaydın
[email protected]