Arketip kavramı ve özellikleri
Arketipler her insanın DNA'sına işlemiş ve kalıtımsal olarak da yeni nesillere geçmeye devam eden varoluşsal kodlardır. Kelime olarak akretip, Yunanca "arkhetypos"tan üretilmiştir. Başlangıç modeli, ilk örnek anlamına da gelir. Evrensel bir kavram ve durum sayılabilecek ölçü de süreklilik taşıyan ilk imge, karakter ya da kalıp demektir. Kolektif bilinçaltını oluşturan öğelerdir.
Arketipler biçimsel öğelerini mitolojiden alır. Yunan mitolojisinde ki gibi Olympos tanrılarının her biri evrensel sayılabilecek bir kişiliğe (her karakterin iyi ve kötü versiyonu olması neden ile aslında iki kişiliği de barındırdığı söylenebilir.) İçinde barındırmaktadır. Bu özellikler bugün hala edebiyatta ve sanatın pek çok alanın da ki eserlerde, filmlerde ve reklamlarda kullanılan karakter yaratılarında ve tahlillerinde kullanılır. Aslında kaynağını mitolojiden alan arketipsel figürleri stereotiplerin de başlangıç noktası olarak düşünebiliriz.
Rungun psikoloji dünyasına kazandırdığı "arketip" terimi, psikoloji literatüründe, algılamamızı örgütleyen, bilinç içeriklerini düzenleyen, değiştiren ve geliştiren yapılar olarak tanımlanır.
Jungun dominatlar mitolojik ya da ilkel figürler olarak da adlandırdığı arketipler, çağlar boyu sık sık yinelenen, doğum, ölüm, cinsellik, eş bulma, beslenme, tehlikeye karşı savunma yaşantılarının sonucunda oluşmuştur.
Bu bakımdan değerlendirdiğimizde arketip, bir şeyi belirli bir yolla tecrübe etmeye yönelik öğretilmemiş bir eğilimdir. Binlerce yıl öncesini ilişkin bir işaretin, bir arketipin bu günün insanlarının düşlerinde de ortaya çıkabilecektir. Binlerce yıllık anne imgesi, yeni doğan bir bebeğin ortak bilinç dışında bu arketipi taşımasına ve kendi annesini bu imgenin etkisiyle algılamasına olanak sağlamaktadır.
Bütün arketiplerin insan psikolojisi üzerinde etkisi vardır. Bu etkinin düzeyi arketipin kullanıldığı içerik, bütün ve genel akışa bağlı olarak değişir.
Bu akteriplerin özelliklerine ve nasıl etkilendiğine geçmeden önce Dr. George boeree'in konuyu anlatan yazısını okumak anlaşılması açısından faydalı olacaktır:
Jung'un teorisi, insan zihnini 3 bölüme ayırır. Bunlardan ilki jung'un bilinçli akıl olarak tanımladığı egodur. Bununla yakından bağlantılı 2. bölüm ise kişisel bilinçaltıdır ve o an için bilinç düzeyinde olmayan ama bilinç düzeyine çıkabilecek her şeyi içerir. Kişisel bilinçaltı pek çok kişinin algıladığı bilinçaltı şekline benzer; akla kolayca getirebilecek olan anıları ve bastırılmış olan diğerlerini kapsar. Ama içgüdüler, Freud teorisinin aksine, bunun dışındadır. Jung'un İnsan zihni hakkındaki teorisini eklediği 3. bölüm aynı zamanda teorisini diğerlerinden çarpıcı bir biçimde ayırır: Kolektif bilinçaltı. Bunu ruhsal kalıtım olarak da adlandırabiliriz. Burası bir tür olarak edindiğimiz tüm deneyimlerin depolandığı yerdir; hepimiz bu bilgiyle doğarız. Yine de hiçbir zaman doğrudan Bunun bilincinde olamayız. Burası tüm deneyimlerimizi ve davranışlarımızı etkiler, en çok da duygusal olanları. Fakat biz bunu ancak dolaylı olarak, etkilerini görerek anlayabiliriz.
Kolektif bilinçaltının etkilerini diğerlerinden çok daha açık bir şekilde gösteren bazı deneyimler vardır: İlk Görüşte Aşk, dejavu ( o anı daha önce yaşadığımız hissi) ve bir takım sembolleri ve bazı mitlerin anlamını Hemen fark etme gibi deneyimlerin tümü dış gerçekliğimizin Kolektif bilinçaltı ile ani kesişim olarak düşünülebilir. Daha geniş anlamda düşündüğümüzde, tüm dünyadaki ve tüm zamanlardaki sanatçı ve müzisyenlerin paylaştığı yaratıcı deneyimler, tüm dillerdeki mistiklerin ruhsal deneyimleri ya da rüyalarındaki, fantezilerindeki, mitolojilerdeki, peri masallarındaki ve edebiyattaki paralellikler kolektif bilinç altına birer örnektir.
Buna güzel ve son zamanlarda oldukça tartışılan bir örnekle ölüme yaklaşma deneyimleridir. Ölüme oldukça yaklaştıktan sonra hayata döndürülen pek çok farklı kültürel alt yapıya sahip bir çok insan birbirine oldukça benzeyen deneyimlerden söz etmiştir; bedenlerini terk ettiklerinde, bedenlerini ve onları çevreleyen olayları net olarak gördüklerinden, ucunda parlak bir ışık olan uzun bir tüneli itildiklerinden ve kaybettikleri yakınlarının ya da dinsel figürlerin onları beklediğinden ve bu mutlu anı yaşarken bedenlerine geri dönmekten duydukları düş kırıklığından bahsetmişler dir. Belkide hepimiz ölümü bu biçimde deneyimlemek üzere yapıldık.
ARKETİPLER NELERDİR?
Kolektif bilinçaltına oluşturan öğelere arketipler -modeller- adı verilir. Jong onları Dominantlar, mitolojik ya da ilkel figürler olarak da adlandırmıştır. Bir arketip, bir şeyi belirli bir yolla deneyimlemeye yönelik öğretilmemiş bir eğilimdir.
Arketip'in kendine has bir biçimi yoktur, Ama gördüğümüz ya da yaptığımız şeyler üzerine " düzenleyici bir ilke" rolünü üstlenir. İşleyişi Freud'un teorisindeki içgüdülerin işleyişiyle aynıdır: Bir bebek başlangıçta sadece yiyecek bir şeyler ister, istediğinin ne olduğunu bilmez. Yine de içinde belli şeylerle tatmin edilip bazılarıyla edilemeyecek belli belirsiz bir arzu vardır. Büyüyen çocuk ise tecrübe ile birlikte açken çok daha belirgin bir şey istemeye başlar; bir şişe, bir kurabiye, ya da mantarlı pizza gibi. Bir arketip uzaydaki bir karadeliğe benzer; orada olduğunu yalnızca içine çektiği madde ve ışık sayesinde anlayabiliriz.
A) ANNE ARKETİPİ
Atalarımızın hepsinin Anneleri vardı. İçinde ya bir anne ya da anne yerine geçen bir figürün yer aldığı bir ortamda yetiştik. Güçsüz ve Beklerken bizi besleyen kişiyle bağımız olmaksızın yaşayamazdık. Bu da bizim evrimsel ortamı yansıtacak şekilde "tasarlandığımız" sonucunu doğuruyor: bir anne istemeye, onu aramaya, tanımaya, onunla ilgilenmeye hazır olarak dünyaya geldik. Bu yüzden anne arketipi belli bir tür ilişkiyi, "annelik" ilişkisini tanımamızı sağlayan doğuştan gelen bir yeteneğimiz. Jung, bu konunun biraz soyut olduğunu ve bu arketipi dünyada, genellikle belirli bir kişi üzerinde - çoğunlukla kendi annelerimiz- yansıtma eğiliminde olduğumuzu söyler. Çevrede bu arketipi yansıtacak belli bir kişi bulunmadığında bile, bu arketipi kişiselleştirerek bir mitolojik "Roman" karakteri haline dönüştürmeyi çalışırız. Bu karakter, arketipi sembolize etmektedir.
Anne arketipi ilkel ana ya da mitolojideki Toprak Ana ile sembolize edilir; Batı inanışlarında Havva ve Meryem ve kilise, Ulus veya bir orman ya da Okyanus gibi daha kişisel sembollerle. Jung'a göre, zihnindeki anne arketipi nin ihtiyaçları gerçek annesi tarafından karşılanamayan bir kişi ileriki yaşamında kilisede huzur Aramaya veya kendini anavatanı ile özdeşleştirmeye, Meryem Ana figürünü incelemeye ya da denizde yaşamı seçmeye eğilim duyacaktır.
B) MANA
Öncelikle su anlaşılmalıdır ki, bu arketipler, Freud'un içgüdüleri gibi biyolojik değillerdir. Daha çok ruhsal isteklidir. Örneğin, Eğer rüyamızda uzun cisimler gördüyseniz, Freud bunların phallus'u ve nihayetinde seksi sembolize ettiği yorumunu yapabilir. Fakat jung'un çok daha farklı bir bakış açısı vardır. Ona göre açıkça bir penis gördüğümüz rüyalar bile durulmamış bir seks ihtiyacından daha farklı şeylere işaret ediyor olabilir.
İlkel topluluklarda ki phallic sembollerin doğrudan seksle ilgili olup olmadıkları şüphelidir. Bunlar genellikle manayı, yani ruhsal gücü sembolize ederler. Bu semboller özel zamanlarda canlandırılarak toprağı bereketlendirmek, mahsulleri ya da balıkları artırmak veya birini iyileştirmek için çağrılmaktadırlar. Penis ve güç, semen ve tohum, gübre ve bereket arasındaki bağlantı birçok kültür tarafından anlaşılmıştır.
C) GÖLGE
Seks ve yaşam içgüdüleri jung'un sisteminde de genel olarak temsil edilmektedir. Onlar jung'un gölge adını verdiği akrepin bir parçasıdır. İhtiyaçlarımızın hayatta kalma ve üreme içgüdüleriyle sınırlı olduğu, kendimizin bilincinde olmadığımız ilkel insandan, "hayvan" geçmişimizden gelen bir parça.
Gölge, egonun karanlık yüzüdür; potansiyel kötülüğümü genellikle burada saklanmaktadır. Gerçekte gölgenin bir etiği yoktur; iyi ya da kötü değildir, tıpkı hayvanlardaki gibi. Bir hayvan yavrularını şefkat ve sevme ve avlarını yiyecek için vahşice öldürme yeteneklerine sahiptir. Ama ikisinde yapmayı seçmez. Ne isterse onu yapar. o "masumdur". Fakat Bizim insani bakış açımızdan, hayvanların dünyası vahşi ve acımasız görülür, bu yüzden de gölge, kişiliğimizin itiraf edemediğimiz yanlarının saklandığı bir çöp kutusu haline gelir. Gölgenin sembolleri, yılan, ejderha, Canavarlar ve şeytanlardır. Gölge çoğu zaman bir mağaranın ya da su dolu bir havuzun; kolektif bilincin girişinde bizi bekler. Bir daha rüyanızda şeytanla mücadele ettiğinizi gördüğünüz de fark edeceksiniz bir ki mücadele ettiğiniz yalnızca kendiniz dır.
D) PERSONA
Persona sosyal görüntümüzü temsil eder. Persona sözcüğü person -kişi- ve personality -kişilik- sözcükleri ile bağlantılıdır ve Latince'de maske anlamına gelen Mask sözcüğünden gelmektedir. Persona kendinizi dış dünyaya göstermeden önce taktığınız maskedir. Her ne kadar bir arketip başlasa da, onun farkına vardıktan sonra kolektif Bilinç altından en uzak olan yanımız olduğunu görürüz.
Bu en iyi hali ile toplumun bizden istediği rolleri yerine getirirken hepimizin vermek istediği "iyi İmajdır". Fakat bu aynı zamanda insanların düşüncelerini ve davranışlarını yönlendirmek için kullandığımız yanlış " İmaj" de olabilir. En kötüsü de bunu asıl doğamız zannedebilmemizdir. Bazen nasıl görünmek istiyorsak öyle olduğumuza inanırız.
E) ANİME VE ANİMUS
Hayatta oynamak zorunda olduğumuz dişi ya da erkeğin rol kişiliğimizin -persona'nın- bir parçasını oluşturur. Pek çok insan için bu rol fiziksel cinsiyetleri ile belirlenmektedir. Fakat jung da Freud, Adler ve diğerleri gibi, biseksüel bir doğaya sahip olduğumuzu hissetmiştir. Yaşamımıza bir fetüs olarak başladığımızda, farklılaşmamış cinsel organlara sahiptik; bunlar ancak zamanla ve çeşitli hormonların etkisiyle dışı yada erkek halini almıştır. Aynı şekilde bir bebek olarak sosyal yaşamımıza başladığımızda, sosyal açıdan ne erkek ne de dişi idik. Fakat neredeyse eş zamanlı olarak - pembe ve mavi kurdeleler gibi şeylerle- bizi yavaş yavaş erkeğe ya da kadına dönüştüren toplumun etkisi ne girmişizdir.
Tüm toplumlarda erkek ve kadın rollerinden beklentiler farklıdır; bu genellikle üremedeki farklı rollerimiz temel alır, fakat çoğu zaman tamamen geleneksel bir çok detayı da içerir. Günümüz toplumunda, hala bu geleneksel beklentilerin izlerini taşırız. Kadınların hala daha şefkatli ve daha az agresif olmaları, erkeklerin ise hala güçlü ve duygusal açıdan dayanıklı olmaları beklenir. Jung'a göre bu beklentiler bizim potansiyelimiz in ancak yarısını geliştire bildiğimizi gösterir.
Anime, erkeklerin Kolektif bilinç altındaki dişi yanı, animos ise kadınların Kolektif bilinç altındaki erkil yanı temsil etmektedir. İkisi birlikte "syzygy" olarak adlandırılır. Anime anlık ve sezgisel davranan genç bir kız ya da bir cadı veya Toprak Ana olarak kişileştirilebilir. Genellikle derin duygusallık ve hayatın gücüyle bağdaştırılır. Animos yaşlı bir, bilgi adam, bir sihirbaz ya da çoğu zaman birden çok erkek olarak kişileştirilebilir ve bu figür genelde mantıklı, gerçekçi ve hatta tartışmacıdır.
Anima ya da animos genel anlamda Kolektif bilinçaltı ile iletişim kurmamızı sağlayan arketiptir. Aynı zamanda aşk yaşamımızın büyük bir bölümünden de sorumludur. Biz, bir Antik Yunan efsanesinde söylendiği gibi, karşı cins de diğer yaramızı, tanrıların bizden aldığı diğer yarıyı ararız. İlk görüşte aşık olduğumuzda bu, zihnimizdeki anima ya da animus arketipine oldukça uyan biri ile karşılaştık demektir.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Hi! I am a robot. I just upvoted you! I found similar content that readers might be interested in:
http://www.psikolik.com/threads/analitik-psikoloji-arketipler.797/
Downvoting a post can decrease pending rewards and make it less visible. Common reasons:
Submit