Herkese merhaba arkadaşlar 'HİTLER HÜKÜMDARLIĞI' serimin bugün sizlere on ikinci bölümünü yazacağım. Umarım keyifli bir okuma yaşarsınız.
İsterseniz hemen kaldığımız yerden devam edelim :)
Milletler Cemiyeti'nde Azınlıklar
Avusturya'da etnik Almanlar en azından çoğunluktaydı. Doğu Avrupa'nın başka yerlerinde kurulan yeni devletlerin içinde genellikle büyük azınlıklar olarak kaldılar. Savaşın sonunda Polonya'da 1,2 milyon, Çekoslovakya'da 3 .5 milyon, Macaristan'da 550.000, İtalya'da 250.000, Romanya'da 800.000, Yugoslavya'da 700.000 ve Baltık devletlerinde 220.000 Alman vardı. Versailles, Almanları Avrupa'nın en büyük azınlık nüfusuna dönüştürmüştü. 1930'da Doğu Avrupa'da yaşayan 39 milyon ulusal azınlığın 8-9 milyonunun Alman olduğu hesaplandı.
Savaşın galiplerini yağmayı görmezden geldikleri için suçlamak haksızlık olur. Tam aksine onlar Polonya'ya ve diğer Doğu Avrupa devletlerine genel haklar konusunda güvence vermişlerdi. Milletler Cemiyeti bu hakların kullanılmasını gözlemledi ve böylece Yeni Avrupa'daki Almanlara, Yahudilere ve diğer azınlıklara uygun biçimde davranılmasına, Yeni Avrupa'da barışın gözetilmesine destek verdi.
19.yüzyıldan gelen pek az örnek olduğu için bu uluslararası hukukta aşın iddialı bir değişimdi. Daha önce Büyük Güçler bağımsızlığını henüz kazanmış devletlere vicdan özgürlüğü ve din konusunda ayrımcılıktan kaçınma güvencesi vermelerini söylemişti; bu hükümler 1914'ten önce Belçika, Yunanistan, Sırbistan ve diğerlerine uygulanmıştı.
Ancak yeni düzenlemeler devletlerin eğitim, kültür, ekonomi ve yönetim alanlarındaki davranışlarını aydınlatıyordu. Sorun ve zaman bir sorun olduğunu gösterecekti pek çok bakımdan güzel olan genel hakların güvence altına alınması fikrinde değil, bu fikrin uygulanmasında yatıyordu. Bazı ülkelerde Almanların ve genelde azınlıkların pek de şikayet edecek meseleleri yoktu.
Özellikle Estonya ve Letonya'da onlara iyi davranılıyordu. Savaş sırasında bölgedeki Alman ordusunun ilhakçı siyasetleri, bazı yerel Alman baronlarının şovenist tutumları ve Gönüllü Birlikler'in yıkıcılığı dikkate alındığında, bu yeni devletlerin farklı nüfuslara uyum sağlamaya böylesine istekli olmaları biraz şaşırtıcıdır.
Estonya anayasası onların kültürel özerklik haklarını tanıdı ve 1925'te bireylerin kendilerini belirli bir milliyetle tanıtmayı tercih edebileceklerini öngören bir yasa çıkardı. Bu gelişme, yeni Cemiyet rejiminin başka yerlerde daha iyi nasıl işleyebileceğini gösteren bir model oluşturdu.
Milletvekilleri eğer isterlerse parlamentoya Almanca, Rusça, Yidişçe ya da İsveçce hitap edebiliyorlardı ve pek çok Alman toprak sahibi kendi mülklerinin müsaderesinden zarar görmüş olsa da, Estonya Almanlarının çoğu şehirlerde daha mütevazı bir yaşam sürüyorlardı ve etkilenmemişlerdi.
Estonya'daki 1925 yasasının arkasında "öteki" Almanlar vardı; onlar azınlıkların korunması ve kültürel özerklik fikirlerine inanıyor ve bu fikirlerin gerçeğe dönüşmesini istiyorlardı. Ewald Ammende 1.Dünya Savaşı sırasında büyümüş ve savaş sırasında Almanların Rus karşıtı hoşnutsuz milliyetlerden lobi grupları kurmak için gösterdiği çabaların başarısızlığına tanık olmuştu.
Ammende, 1920'lerin başında Almanların Orta ve Doğu Avrupa'da karşılaştığı siyasi, iktisadi ve zihinsel- uyum sorunları üzerine pek çok makale yayımladı ve bir yandan da Avrupa'daki Alman Ulusal Gruplan Birliği'ni destekledi. Üç yıl sonra kuruluşuna yardımcı olduğu Avrupa Milliyetler Kongresi Avrupa azınlıkları için başlıca şemsiye gruptu.
Kongre, Cemiyet'in azınlık haklarına bağlılığını güçlendirmek için Yahudileri, Ukraynalıları, Almanları ve başkalarını bir araya getiriyordu. Ancak kuruluşun zemini ve temel kaynakları Almanlardı ve bu yükselişi ve düşüşü de, Weimar'ın dışarıdaki Almanların bütün sorunlu meselelerine yaklaşımı bağlamında anlamamız gerekir.
Almanya'da Versailles çözümüne silahlı direnişin etkisiz olduğu anlaşılmıştı. Sağcı milisler bir iki küçük şehri ele geçirmişti fakat siyasi destek olmaksızın bu eylemleri kalıcı bir denetime dönüştüremiyorlardı. 1919 sonbaharı gibi erken bir tarihte milletvekilleri, Polonya'yla sınır anlaşmasının nitelikleri ne olursa olsun, buradaki Alman azınlık adına Polonya hükümetiyle iyi ilişkiler kurmak için bunun gerekli olduğunu savunuyorlardı.
Savaşın yatıştığı günlerde, kayzer ile Ludendorff'un Habsburg Bohemya'sının ihlal edilen bölümlerine ilişkin fantezilere kapıldıkları Çekoslovakya'daki duruma da benzer bir gerçekçilikle bakıyorlardı. Versailles Antlaşması'nın imzalanmasından hemen sonra Alman diplomatları, ("Alman Bohemyalılar" olarak Habsburg kimliklerini artık terk etmekte olan) Südet Almanlarına Çek yetkilileriyle işbirliği yapmaları gerektiğini söylediler.
1919'daki Alman karşıtı (ve antisemitik) isyanlara rağmen "doğru ilişkiler" anahtar olmaya devam etti. Çekler ile yeni Avusturya arasındaki ilişkiler sağlam bir zemin buldu ve Berlin'in müdahalesi olmaksızın yapılan kapsamlı ve karşılıklı ticaret sayesinde düzeldi.
Ancak azınlık haklan antlaşmaları Almanlar ile komşuları arasındaki ilişkileri normalleştirmeye yetmiyordu. Yaşanan tarihin Habsburg Bohemya'sında dil konusunda, Prusya Polonya'sında toprak konusunda öne sürülen eski tezlerin etkisi büyüktü ve bu yeni devletlerdeki Almanlar artık hakim sınıf olmadıklarını kolayca kabullenemiyorlardı.
Paris Barış Konferansı'nın öngörülü bir tutumla uyardığı gibi, Almanlarda ilgili sorunun "sadece azınlıkları korumaktan oldukça farklı" olduğu Çekoslovakya'da çıkarlan yeni bir öğrenim yasasıyla, bazı Alman köy okulları kapatılırken, Almanca öğrenim yapan Prag'daki üniversite bir hayli zayıfladı.
Arkadaşlar seri çok uzun olduğu için burada kesmek zorundayım. Umarım okurken keyif almışsınızdır. Okuyan ve destek veren herkese şimdiden çok teşekkürler. Aşağıda bilgi aldığım kaynakları ve resim kaynaklarını belirteceğim. Bir sonraki blog yazımda görüşmek üzere şimdilik sağlıcakla kalın.. :)
Resim Kaynak: 1 - 2 - 3 - 4 - 5
Bilgi Kaynak: 1 - 2 - 3 - 4 - 5
Posted from my blog with SteemPress : http://mehmetengin.steemblogtr.ovh/2018/08/05/hitler-hukumdarligi-12-milletler-cemiyetinde-azinliklar/