Neden mi yazamıyoruz? Çünkü kaybetmek istemiyoruz

in tr •  7 years ago 

Yazamamakla ilgili gerçekten bir çok önerme var şu dönemlerde, özellikle edebi yazılardaki kalitenin düşüşüyle bu daha çok ön plana çıkmaya başladı.

Bütün büyük edebi eserler 20.yüzyıl ve öncesinde bulunuyor. Bu nedenle çok fazla okumanın yaratıcılığı öldürdüğü düşünülüyor. Aslında bir yerde mantıklı 20.yüzyıldan sonra teknolojinin ve iletişimin artmasıyla herkes özelliklede yazmak isteyenler büyük edebi eserlerin hepsini onlarca kez okudular ve bir yerde mecburen tüm bu eserlerdeki fikirlerden etkilendiler. Belki de bu yüzden etkilendikleri eserlerden daha iyi bir eser çıkartamadılar. 20. yüzyıl öncesinde ise bir yazar, yazmak istediğinde duygularını dile getirmek için yazıyordu. Yani o büyük eserlerin hiçbiri en çok okunan olmak için yazılmadı. Yazarının acılarını, düşüncelerini, hayatını kağıda aktardığı eserlerdi bunlar.

Gerçekten yazmak için yazmak çok büyük bir eylem, yazar orada birşey düşünmeden yazının nasıl başlayacağını nasıl biteceğini bilmeden tüm duygularını kusar ve kağıda geçirir. Bizi yazılarda etkileyende budur zaten. Ama işin kötü tarafı yazmak eylemi bir kaçıştır. Gerçekten yazabilmek için bir şeylerden kaçmanız gerekir; insanlardan, toplumdan, aşktan, kendinizden kaçmanız kopmanız gerekir. Toplumla beraber ilerleyen, farklı olmayan hiçbir birey gerçekten yazamaz.

Neden mi yazamıyoruz? Çünkü kaybetmek istemiyoruz

Çünkü yazmanın aslında ne kadar zor bir eylem olduğunu kaçmamız gerektiğini biliyoruz. Acı çekmeyen bir insan acısını yazamaz. Kaybetmemiş bir insan ise kaybetmeyi yazamaz. Bu yüzden korkuyoruz.

Ama gerçekten farklı olanlar, kaybetmekten korkmayan insanlar, işte onlar yazmak eylemini bir kaçış olarak gördüler. Yazarken rahatladılar ve hepimizin hayatında iz bıraktılar. Onlar kaybettiler ama en güzel onlar kaybettiler.

Fyodor Dostoyevski: Epilepsi hastasıydı. Hayatının çok büyük bir dönemi depresyonla geçti, kumar bağımlılığıyla mücadele etti.

Friedrich Nietzsche: Hayatı boyunca çok şiddetli depresyon ve ihtihar eğilimiyle yaşadı. Frengiye yakalandıktan sonra akli dengesini tamamen kaybetti.

William Blake: Psikozlar geçirip gerçeklikle bağları koptuğunda şiir yazmaya başladı, gördüğü halüsinasyonlar en büyük ilham kaynağı oldu.

Mark Twain: bütün ömrü boyunca kronik depresyonla mücadele etti. Girdiği melankoli nöbetlerini eğlenceli eserleriyle bastırdı.

Franz Kafka: Hayatı boyunca sağlık sorunlarıyla mücadele eden kafka, sosyal anksiyete ve depresyon hastasıydı. İmsomniayla mücadele etti, stressiz bir gün geçirmedi. Eserleri ölümünden sonra yayınlandı, hayattayken hiç bir eserini yayınlamadı.

Lev Nikolayeviç Tolstoy: Varlıklı bir aileden gelip maddi durumu iyi olmasına rağmen inzivaya çekilip, münzevi bir hayatı tercih etti. Depresyonun pençesindeydi. Sık sık evden kaçtı, intihar etmeye cesareti olmadığı için kendinden nefret etti. Bir tren istasyonunun görevli kulübesinde öldü.

Sylvia Plath: Hayatı boyunca mental sancılar çekti ve antidepresan kullandı. İleri derece bipolar bozukluk hastasıydı. 1952'de intihar girişiminde bulundu ve akıl hastanesine yatırıldı. 1963'te kafasını fırının içine sokarak intihar etti.

Paulo Coelho: Gençken ailesi tarafından üç kez akıl hastanesine yatırıldı. Sorunlu bir çocukluk geçirdi. Eserlerinde bu yanını sergilemekten hiç çekinmedi. Veronika ölmek istiyor kitabını bu süreci özetlemek niyetiyle yazdı.

Jack London: Gelmiş geçmiş ilk milyoner yazar olan Jack London, bipolar bozukluk yaşıyordu, intihar girişimlerinde bulundu. Hastalığını tedavi etmek için kendi geliştirdiği bir karışımı kullandı. Karışım civa, eroin, afyon gibi kimyasal maddeleri içeryordu, bir süre sonra böbrekleri iflas etti.

Virginia Woolf: Son romanını yazdıktan sonra majör depresyona girdi. 1941 yılında ceplerini taşlarla doldurup nehre atlayarak intihar etti.

Kaynak
/ bayamlik prensi

ve elbet, yaşananlar yazılanlardan daha gerçektir.

Authors get paid when people like you upvote their post.
If you enjoyed what you read here, create your account today and start earning FREE STEEM!
Sort Order:  

'Sanat kendisi doğurmalı mıdır?' sorusunu düşürdünüz aklıma. Benim cevabım ise hem evet hem hayır. Evet diyorum çünkü büyük eserleri okumadan kalem kıpırdatmak, ortaya bir şey koymak da pek tabii mümkün ama bu durumda kendi yağımızda kavrulmuş oluyoruz. Ne bileyim, bir roman yazacaksa bir kişi öncesinde Tolstoy, Dostoyevski gibi yazarları okumuş olmasını beklerim. Aynı zamanda hayır diyorum çünkü doğan her varlık onu doğuranı taklit etmeye meyillidir. Yani aslında bir nevi sanat bile olsa mimesisler doğmuş ve büyümüş oluyor. Postunuz beni hayli düşündürdü, düşündüren postlar güzeldir! Kolaylıklar.

Teşekkür ederim :)