“Yapma oğlum hayatını bitirirsin!” , “Çok güzel bir müessese bütün hayatın düzene giriyor.” Bu sözleri sık sık duyarız evlilik hakkında. Bu sözleri duydukça “Ulan bu açıdan mı bakıyoruz resmen evliliğe?” diye aklımdan geçirmiyor değilim.
Evlenince iki aşık artık hayatlarını birleştirir, aynı evde yaşamaya başlar, yedikleri içtikleri ayrı gitmez ve ölene dek birbirlerini koklayarak sevme imkanına kavuşurlar. Ve biz bunları yok sayıp bu evlilik olayını nasıl olur da “Hayat bitirme” gibi cümlelerle eşleştirebiliyoruz? Bazen normalleşmiş çılgınlıklarım oluyor üstümde. Olan biten her şeyi normal karşılıyorum. Bazen diyorum ki “Sarılmak yasaklansın.” Düşüncesinde bulunan zihniyetlerin yanında evlilik ne değiştirebilir ki? Halbu ki evlilik bir buzdağıdır ve suyun altındaki görünmeyen kısmı evlenmeden göremeyiz. Benim cefakar halkım her olaya dertli bir yaklaşım sergilediği için ister istemez evlilik hakkında da masraflı, sadece kuru bir düzen demekle yetinebiliyor.
Evlilik meyve veren bir çınar ağacıdır. Hele ki o meyvelerin kokusu hiçbir şeye benzemez. Evlat kokusu, bambaşkadır. Evlat başkadır ki bunu bize büyük fedakarlıkla gösteren ailemizde anlayabiliriz. Evlilik, iki indanın el ele verip çılgınca dünyanın çıkardığı zorluklara başkaldırmaktır. Çok anlamlı, çok cesaret isteyen bir iştir. Evlenip bir yuva kurmak ve yeri geldiğinde kendinden kısıp o yuvanın geçimini sağlamak en büyük aşktır. Aşk, fedakarlıktır. Evlilik ise aşkla yapılan fedakarlıktır.